İnsan, kendini bulma yolculuğuna çıktığında bir labirentin içinde hisseder kendini. Her köşede farklı bir yol, her yolda farklı bir olasılık bekler onu. Kendi olmak; bir arayışın, bir keşfin, bir cesaretin adıdır aslında. Her insan, bu dünyada kendine verilmiş olan eşsiz kimliği bulmak ve bu kimliği korumak için doğar. Ancak modern dünyanın karmaşasında, medya ve toplum baskısı altında bu kimliği kaybetmek çok kolaydır. Bu yüzden “kendi olmak” bir tercih değil, bir gereklilik haline gelir. 

MTO Akademik Yaz Kampları, bu arayışın belki de en derin yaşandığı yerlerden biridir. Kamplar, katılımcılarına sadece bilgiyi değil, aynı zamanda kendiyle yüzleşme cesaretini de sunar. Kamplar, bir laboratuvardır; burada her insan, kendi kimliğini, düşüncelerini ve duygularını bir test tüpünde karıştırır, farklı deneyler yapar ve sonuçlarını gözlemler. Bu laboratuvar ortamında, her birey kendini ifade etme fırsatı bulur. Kendini ifade edebilmek, kendini bulmanın en önemli adımlarından biridir. Bir insan, ne zaman ki içindeki sesleri susturur ve kendini dinler, işte o zaman kendi olma yolculuğuna çıkar. Çünkü kendi olmak, içerde bir devrimdir; dışarda bir gösteri değil.

Kendi olma yolculuğunda, ‘ümmet bilinci’ kavramı da önemli bir yere sahiptir. Çünkü insan, yalnız başına bir varlık değildir. Bir toplumun, bir ümmetin parçasıdır. Kendi olmak demek, bireysel özgünlüğü toplumun genel iyiliği ile harmanlamak demektir. Kendi olmanın yolu, başkalarıyla birlikte, onların da kimliklerini bulmalarına yardımcı olarak açılır. Bu, ümmet bilincinin özüdür; bireysel benliği korurken, kolektif bir kimliğin parçası olabilmektir.

Özgünlük, MTO kamplarının ruhunu yansıtır. Her katılımcı, kendi düşünceleri, hisleri ve hayalleriyle bu ruhu besler. Bu kamplar, bir kimlik inşa sürecidir; her bir katılımcının kendi olma yolculuğuna katkıda bulunduğu, kendini keşfetmek için bir fırsat sunduğu bir süreç. Kendi olma cesareti, aynı zamanda bir başkaldırıdır; kalıplara, normlara, dayatmalara karşı bir isyandır. İnsan, ne zaman ki kendi olmaktan korkmaz, işte o zaman gerçek anlamda özgür olur. Ve bu özgürlük, insanın en derin ihtiyacıdır.

Bir düşünün, neden insanlar kalabalık içinde bile yalnız hisseder? Çünkü aslında çoğu, kendi olmaktan vazgeçmiştir. Toplumun kalıplarına, beklentilerine uymak adına, içlerindeki sesi susturmuşlardır. Oysa ki kendini ifade eden, kendi olur. Kendi olmak, yalnızca bir birey olarak değil, aynı zamanda bir toplumun, bir ümmetin parçası olarak kendini bulmaktır. Bu yüzden, her insan, bu yolculuğa çıkmalı; kendini bulmalı ve kendi olmalıdır. Çünkü bu dünyada her birimizin bir görevi vardır ve bu görev, ancak kendi olma cesaretiyle yerine getirilebilir.

Kamplar, bu cesaretin yeşerdiği, özgünlüğün filizlendiği ve ümmet bilincinin inşa edildiği bir zemin sunar. Her katılımcı, kendi olma yolculuğunda bir adım daha atar ve bu adım, bir diğerini cesaretlendirir. Çünkü kendi olmak, yalnız başına değil, birlikte yapılan bir yolculuktur. Ve bu yolculuk, belki de insanın en büyük macerasıdır.

İşte bu yüzden, “Ben, herkesin ‘kendi’ olmasını istiyorum!” diyorum. Çünkü her birey, kendi olarak bu dünyaya en büyük katkıyı sunabilir. Kendi olmak, ruhun aynasıdır ve bu aynada yansıyan, sadece bireyin değil, tüm insanlığın hikayesidir.