İnsanın kendi içinde yankılanan sesleri susturabilmesi, hakikate yaklaşmasının en zor adımıdır. Çünkü insan, dış dünyanın gürültüsünden önce, kendi ruhunun içindeki uğultuyu işitmekle yüzleşmek zorundadır. O uğultu, çoğu zaman adını koyamadığı, ama sessizliği her denediğinde içinden yükselen seslerin karışıklığıdır. Bu sesler, kıskançlığın fısıltıları, hasedin kesintisiz uğultusu, nefsin bitmek bilmeyen konuşmalarıdır. Kıskançlık, insanın duyduğu her sessizliği parçalayarak içini dolduran bir yankıya dönüşür. Haset, hakikate yönelme arayışının tam ortasında bir duvar gibi yükselir ve sesi artırdıkça insan, sessizliği duyamaz hale gelir.
Her ses, bir bölünme işaretidir. İnsan ruhunda çoğalan sesler, aslında parçalanmanın ta kendisidir. Kıskançlık, başkalarının varlığına duyulan tahammülsüzlük gibi görünse de, asıl anlamını insanın kendi içinde var olan o ses kargaşasında bulur. Çünkü kıskançlık, başka bir varlığı kıskanmak değil; kendi sesinin yetersizliğini duymaktan korkmak demektir. Bu korku, insanın içine çoğalan sesler gönderir. Haset, bir başkasına duyulan düşmanlık değil; iç sessizliğini kaybetmiş bir ruhun, sesiyle kendisini avutma çabasıdır. İnsan, kıskandıkça sesi artar; haset ettikçe sessizliğini kaybeder. Böylece kendi hakikatinden uzaklaşır.
Oysa kutsal, sessizlikte işitilir. Sesi çoğaltarak hakikate ulaşmak, kendini gürültüyle kandırmak olur. Hakikate yönelme, insanın bütün seslerinden, bütün kıskançlıklarından ve bütün hasetlerinden arındığı noktada başlar. Her zikir, kelimelerin tekrarından ibaret değildir. Zikir, insanın içindeki gürültüyü bastırdığı bir sessizlik anıdır. O yüzden, hasedin sesiyle dolmuş bir kalp, ne kadar çok kelime tekrar ederse etsin, sessizliği duymadıkça hakikate ulaşamaz. Zikir, sesle başlayan bir arayış değildir; sessizlikte yankılanan bir varlık fark edişidir. İnsan, kelimeleri tekrar ederek sadece kıskançlık sesini bastırabilir; ama asıl susturması gereken şey, o sesin kaynağındaki kıskanç kalptir.
Her mekân, önce sesle dolar. Ancak o mekânı kutsal kılan, sessizliktir. Mekânın duvarlarında yankılanan sesler, sadece iç gürültünün dışa taşmasıdır. İnsan sessizliği fark ettiğinde, mekân hakikate açılır. Çünkü sessizlik, bölünmelerin bittiği, çok sesli kıskançlıkların sustuğu bir birlik alanıdır. Tevhid, seslerin değil; sessizliğin kurduğu bir hakikattir. O yüzden hakikate yürümek isteyen, kıskançlığını bir ses gibi fark etmeli; hasedini bir iç gürültüsü gibi duymalı ve o sesleri susturmanın tek yolu olan sessizliğe sığınmalıdır.
Sükût, yalnızca konuşmaktan vazgeçmek değildir. Sükût, kıskançlığın iç sesiyle bölünmüş bir kalbi susturmanın en saf halidir. İnsan sessiz kaldığında, kıskançlıktan arınmış olur. Hasetin içte kurduğu yankı odaları sessizlikte kaybolur. Sükût, kıskanmadıkça var olmaktır. Haset etmedikçe hakikate yürüyebilmektir. Susmak, burada bir yokluk değil; iç seslerden arınmanın ve birliğe yönelmenin adıdır. İnsan kıskanırken konuşur; haset ederken ses çıkarır; ama sevilirken, sessizken ve tevhidin birliğine yönelirken susar. Çünkü hakikat, kıskançlık gibi bölmez; sessizlik gibi birleştirir.
Tevhid, yalnızca inançla ilgili bir söz değildir. O, varlığın bütün seslerden arınarak birliğe kavuştuğu sessiz alandır. Kıskançlık, insanı parçalayan sestir. Haset, insanı kendisinden bile uzaklaştıran o iç uğultudur. Tevhid ise, bütün bu seslerin sustuğu yerdir. İnsan, ne zaman kıskanmaktan ve haset etmekten vazgeçerse; ne zaman sesini, içindeki sesi ve dışındaki sesi susturmayı öğrenirse, işte o zaman birliğin sessizliğinde hakikati işitebilir. Sükût, o birliğin sesi olur.
Her kelime, insanı konuşmaya zorlar. Her kıskançlık, insanı başkasına yöneltir. Her haset, insanı kendisinden uzaklaştırır. Ama sessizlik, insanı kendisine geri getirir. İnsan, kendi sessizliğinde kendisini duyar. Başkalarının seslerini kıskandıkça, başkalarının varlığına haset ettikçe, sadece kendi iç gürültüsüne yenilir. Oysa sükût, kıskanmadığın, haset etmediğin ve sadece birliğe yöneldiğin anın adıdır.
O yüzden kutsal, bazen işitilen bir ses değildir. Kimi zaman bir kıskançlık sesinin sustuğu yerde, kimi zaman bir haset fısıltısının bittiği anın sessizliğinde duyulur. Çünkü hakikate yönelme, sesle değil; sessizlikle mümkün olur. Tevhid, kıskançlığın bölmediği, hasedin konuşmadığı, sükûtun sessizliğinde kurulan bir birliktir. Zikir ise, kelimelerin tekrarından değil; kıskançlığın sustuğu, hasedin yok olduğu o sessiz hatırlayıştan ibarettir.
En sonunda insan, konuştuğu kadar bölündüğünü; sustuğu kadar birliğe yaklaştığını anlar. Kutsala varmak, kıskanmadığın, haset etmediğin ve sessiz kalmayı öğrendiğin o anda gerçekleşir. İşte o an, bütün seslerin sustuğu, sessizliğin ses olduğu hakikat kapısı açılır.