nuri gür
  • Ruzname
      • eda ba
      • ads jr
  • Duhul Et
    • Ruzname
    • Makalat
      • Ayrılık Feryadı
      • Gölgedeki Güç
      • Kendi Olmak
      • Para Ve Politika
  1. Buradasınız:  
  2. Anasayfa

nurigür

Merhametten Doğan Hürriyetin İsyanı

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 29 Temmuz 2025
Görüntüleme: 29

Bu gün, içimde taşımaya mecbur kaldığım sessiz bir ağırlıkla uyandım; öyle bir ağırlıktı ki, omuzlarımdan başlayarak ruhumu yere doğru sürükleyen yük, merhametin ta kendisiydi. İnsan, bazen taşıdığı şeyin kendi kalbinden mi doğduğunu, yoksa gökten mi indiğini kestiremez; bazı hisler, kelimelerin ve düşüncelerin çok daha ötesinde bir kaynaktan çağlar gibi akar. Uzun zamandır bunun adını koyamamıştım; bir yük gibi hissettiğim, ama onsuz da var olamayacağımı bildiğim o derin duygunun neye işaret ettiğini tam kavrayamadan yaşayıp gidiyordum. Zamanla fark ettim ki, bu yük yalnızca merhametten ibaret kalmıyor; ona bağlı bir sorumluluğu ve ondan türeyen bir hareket çağrısını da içinde barındırıyordu.

Devamını oku: Merhametten Doğan Hürriyetin İsyanı

Kıskançlığın Gürültüsü, Sükûtun Birliği, Hakikatin Sessiz Yankısı

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 22 Temmuz 2025
Görüntüleme: 154

İnsanın kendi içinde yankılanan sesleri susturabilmesi, hakikate yaklaşmasının en zor adımıdır. Çünkü insan, dış dünyanın gürültüsünden önce, kendi ruhunun içindeki uğultuyu işitmekle yüzleşmek zorundadır. O uğultu, çoğu zaman adını koyamadığı, ama sessizliği her denediğinde içinden yükselen seslerin karışıklığıdır. Bu sesler, kıskançlığın fısıltıları, hasedin kesintisiz uğultusu, nefsin bitmek bilmeyen konuşmalarıdır. Kıskançlık, insanın duyduğu her sessizliği parçalayarak içini dolduran bir yankıya dönüşür. Haset, hakikate yönelme arayışının tam ortasında bir duvar gibi yükselir ve sesi artırdıkça insan, sessizliği duyamaz hale gelir.

Devamını oku: Kıskançlığın Gürültüsü, Sükûtun Birliği, Hakikatin Sessiz Yankısı

Resmî Kayıtlara Geçmeyen Servet

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 28 Haziran 2025
Görüntüleme: 27

İnsanlar bana ne zaman “neyin var” diye sorsa, cevabım hep gözle görülmeyen bir yükle başlar. Çünkü benim sahip olduklarım, başkalarının gözünde kıymetsiz; ama ruhumda yer etmiş şeylerdir. Kimisi buna delilik diyor, kimisi yoksunluk. Oysa ben her sabah uyanırken başucumda duran bir şiiri, akşam ezanıyla içime dolan sessizliği ve gece çökerken göğsümde büyüyen hatırayı kayıtlara geçirmiş biriyim. Hayatın bana bahşettiği şeyleri tek tek deftere yazmadım; çünkü defterler yalnızca rakamları taşır. Oysa benim servetim, cümlelere bile sığmayacak kadar soyut, ama bir o kadar da ağır.

Bir çöp bidonunun kapağını açarken duyduğum metalik ses, bana gençliğimin kenarında unutulmuş bir türküden daha yakın. Bir sokak lambasının altında gecenin ortasında dalıp gittiğim düşünce, bir kütüphane dolusu ansiklopediden daha çok bilgi taşır bana. Çünkü her hatıra, kendi kitabını beraberinde getirir. Kimi insan varlığını bankalardaki sayılarda arar, kimi tapu kayıtlarında. Ben ise kendi varlığımı en çok bir duvar gölgesinde, sessizce soluduğum bir anın derinliğinde buldum. O an bana hayatı hatırlattı; geçici ama etkili, uçucu ama yakıcı.

Devamını oku: Resmî Kayıtlara Geçmeyen Servet

İlahi Adaletin Terazisi ve Vahdetin Işığı

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 21 Haziran 2025
Görüntüleme: 142

Her sabah doğan ışığın yönü, sadece bir günün başlangıcını değil, gölgenin düşeceği yönü de belirler; çünkü hakikatin nerede durduğunu anlamak için önce nerede karanlık olduğunu bilmek gerekir. Sessizliğe uyanan şehirler, çoğu zaman konuşamayanların değil, susturulanların çığlığıyla titrer. Bir çığlık toprağa düştüğünde gökyüzü susar; ama yıldızlar, o çığlığın tarihini kendi hatıralarına işler. Zulüm, sadece demir parmaklıklarla ya da patlayan bombalarla tezahür etmez; o, bazen bir unutuşla, bazen korkuya alkış tutan ellerin arasında gizlice büyür. Başkasına ait olan topraklara sahipmiş gibi hükmedenlerin kaderi, günün birinde o toprakların altında ezilmekle mühürlenir. Çünkü taşların bile hafızası vardır; çünkü toprak, üzerine dökülen her gözyaşını saklar ve zamanı geldiğinde hepsini adaletin nehrine akıtır. Zulümle yükselen her duvar, ardında bir yetim bırakır; yetimin gözünden düşen yaş, geciken adaleti bekleyen sabır gibidir: sessiz ama yıkıcı. Mazlumun yüreğinde yankılanan sessizlik, bir gün bir milletin yüreğine düşen kıvılcım olur. Gökyüzüne yükselen her alevin kaynağı, yeryüzüne ekilmiş bir kibirdir. Adaletin gecikmesi, zalimin cesaretini büyütür; ama o adalet, ne unutulmuş ne de vazgeçilmiştir, yalnızca vakti beklemektedir. Çocukların ellerinden alınan oyunlar, kadınların gözlerinden silinmeyen korkular, yaşlıların dizlerine çöken sessizlik, adaletin terazisinde ağır basan kefelerdir. Ve her adımda daha fazla kan döken zalim, sonunda kendi ayaklarının altındaki toprağı kana boğar. Bu kan, ne kahramanlık taşır ne de zafer; sadece kaybedilmiş bir insanlığın lekesidir. Zulmün ardına saklanan her yalan, sonunda kendi sahibini boğacak kadar büyür. Her susturulmuş çığlık, bir gün bir şehrin en kalabalık meydanında yankılanır. Barış, kanla değil, merhametle kurulur; toprak kanla sulanırsa, oradan yalnızca kin yeşerir. Adaletin kendisi sessiz kalabilir; ama mazlumun duası, evrenin bile dengesini sarsacak güçtedir. Her yıkım, önce bir kalbin kırılmasıyla başlar; her felaket, adaletsizliğin zamanla zehire dönüşmesiyle büyür. Bir şehir, zulümle abad olamaz; çünkü zulümle kurulan her düzen, kendi yalanlarıyla yıkılmaya mahkûmdur. Şehirler büyür, duvarlar yükselir, ordular silahlanır; fakat hiçbir güç, adaletin karşısında sonsuza kadar ayakta kalamaz. 

Devamını oku: İlahi Adaletin Terazisi ve Vahdetin Işığı

Sayfa 1 / 13

  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
  • 6
  • 7
  • 8
  • 9
  • 10

Ana Menü

  • nurigür

Giriş Formu

  • Şifrenizi mi unuttunuz?
  • Kullanıcı adınızı mı unuttunuz?
  • Bir hesap oluşturun
  • Tevhidin Gölgesinde Merkeze Dönüş

    Günlerin ardı sıra yığıldığı bir çağda yaşıyorum; takvim yaprakları değil de sanki yıldızlar düşüyor gökyüzünden, her biri bir hakikati söndürerek. Zaman dediğimiz şey, artık içinde yön barındırmayan dev bir döngüye dönüştü; merkezini kaybetmiş bir çark gibi dönüyor, fakat nereye döndüğünü bilen yok. Eskiden zamanın kutsallığı vardı; bir doğuşun, bir ölüşün, bir dirilişin ritmiyle yoğrulurdu insan. Şimdi ise saatler yalnızca üretim periyotlarını, tüketim kampanyalarını ve sinir krizi aralıklarını ölçen metalik bir tanrı gibi. Bense bu anlamsız ritmin ortasında hâlâ bir merkezin varlığını hissediyor, kaybolmuşun izini süren bir seyyah gibi geçmişin kozmik ahengini kulaklarımda duymaya çalışıyorum.

    Bir zamanlar gökyüzü yalnızca astronomik bir veri kümesi değildi; yıldızlar, göç eden ruhlar gibi semayı geçerken hikmetin harflerini yazardı. Kozmosun matematiği, zihnin değil, kalbin sezgisiyle okunurdu. Fakat sonra biri çıkıp dedi ki: “Dünya dönüyor.” O sözle birlikte yalnızca yeryüzü değil, düşünce de döndü. Artık gök değil, göz egemendi; sezgi değil, hesap belirleyiciydi. Evrenin merkezinde duran kutsal dünya fikri, o cümleyle birlikte yerle bir oldu. O an, insanlık kendi eksenini de kaybetti. Kopernik yalnızca astronomiyle değil, hakikatle ilgili bir kırılma başlatmıştı. Bu kırılma, zamanla merkezî olan her şeyi değersizleştiren bir seküler depreme dönüştü. Artık ne Tanrı göklerin tepesindeydi, ne insan kendini kainatın anlam halkası içinde hissediyordu.

    Devamını oku: Tevhidin Gölgesinde Merkeze Dönüş

  • Kadının İnsanlığın Temel Taşı Oluşu

    İnsanlık tarihi boyunca kadın, yalnızca biyolojik bir varlık olarak değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel düzenin temel taşı olarak varlık göstermiştir. Doğanın bir parçası gibi görülen kadın, aynı zamanda bilincin, üretimin ve medeniyetin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Ancak, tarih boyunca kadının bu konumu her zaman hakkıyla teslim edilmemiş, çoğu zaman bastırılmış, sınırlandırılmış veya göz ardı edilmiştir. Hak ettiği saygıyı ve değeri bulamadığı dönemler, toplumların da gerilediği, insanlığın eksik kaldığı dönemler olmuştur.

    Kadının toplumdaki rolü tarihsel olarak farklı kültürlerde değişkenlik göstermiş, bazı medeniyetlerde kadın bir güç ve otorite figürü olarak görülürken, bazılarında yalnızca itaat eden bir varlık olarak değerlendirilmiştir. Fakat insanın değeri, cinsiyetle ölçülemez. Kadın ve erkek, insanlık çatısının iki eşit sütunu olarak varlık gösterir. Bu eşitlik, yalnızca biyolojik değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve hukuki bir eşitliktir. Bir toplumun gerçek anlamda kalkınması, kadın ve erkeğin bir arada, hak ve sorumluluk bakımından eşit koşullarda yaşaması ile mümkündür.

    Devamını oku: Kadının İnsanlığın Temel Taşı Oluşu

  • Kırılgan Demokrasi

    Dünyanın siyasi sahnesinde yankılanan en büyük trajediler, genellikle öncesinde sessiz bir fısıltıyla başlar. Almanya’da aşırı sağın yükselişi, sadece bir ülkenin değil, bir kıtanın, hatta belki de bir medeniyetin derinlerde yatan fay hatlarını harekete geçiren bir sarsıntıdır. Geçmişin gölgeleri, 1930’ların karanlık dehlizlerinden süzülerek bugünün Avrupa’sına ulaşmış, rüzgarın yönünü değiştirerek küresel demokratik düzenin kırılganlığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Ancak, bu dalganın Türkiye’ye ulaşmayacağını düşünmek, gemisini fırtınada rotasız bırakmış bir kaptanın saflığına benzer. Türkiye’nin tarihinde, kimlik ve ideoloji üzerinden şekillenen gerilimler, Avrupa’daki dönüşümlerin bir yansıması olmaktan çok, onunla iç içe geçmiş bir hikâyenin parçasıdır. Demokrasi, burada da bir avuç toprağa ekilen narin bir tohum gibi, bazen büyümeye yüz tutmuş, bazen sert rüzgârlarla savrulmuş, ama hiçbir zaman köklerini tamamen kaybetmemiştir.

    Ancak, demokrasinin yalnızca seçim sandığında belirlenen bir ritüelden ibaret olmadığı gerçeği, çoğu zaman göz ardı edilmiştir. Oysa özgürlük, sadece oy pusulasına işaretlenen bir tercih değil, bireyin günlük yaşamında hissettiği, soluduğu, varlığına içkin bir hakikat olmalıdır. Almanya’daki aşırı sağın yükselişinin temelinde, ekonomik belirsizliklerin, kimlik krizlerinin ve küreselleşmenin doğurduğu güvensizliğin yattığını söyleyen siyaset bilimciler, aslında tüm bu parametrelerin Türkiye’de de benzer şekilde var olduğunu göz ardı edemezler. Büyük şehirlerin caddelerinde yankılanan huzursuzluk, kırsal kesimlerde fısıldanan gelecek kaygısı ve medya üzerinden inşa edilen korku politikaları, demokrasinin ruhunu adeta bir paslı çivi gibi sabitlemekte, hareket alanını daraltmaktadır. Bugün Avrupa’da yükselen milliyetçi dalga, Türkiye’de de kendi yankısını bulmuş, sokaklarda, kahvehanelerde, sosyal medya platformlarında dillendirilen en temel söylemler haline gelmiştir. Sınırlar kapatılmalı, kültürel saflık korunmalı, geçmişin görkemi yeniden inşa edilmelidir. Ancak bu retorik, bir halkın geleceğini kurma idealinden çok, onu geçmişin hatalarına zincirleme arzusunu barındırmaktadır.

    Devamını oku: Kırılgan Demokrasi

Popüler Etiketler

Düşünce 7 Özgürlük 6 Doğa 4 Diriliş 4 Hakikat 4 Dönüşüm 3 Kimlik Arayışları 2 Siber Dolandırıcılık 2

Eski Gönderiler

  • Merhametten Doğan Hürriyetin İsyanı
  • Kıskançlığın Gürültüsü, Sükûtun Birliği, Hakikatin Sessiz Yankısı
  • Resmî Kayıtlara Geçmeyen Servet
  • İlahi Adaletin Terazisi ve Vahdetin Işığı
  • Secdeyle Dirilen Medeniyet: Kudüs’ün Sessiz Çağrısı
  • İhlâsın Eşiğinde Bir Bayram: Kalpten Kalbe Kurulan Medeniyet
  • Giriş yap