nurigür
Adı Konmayan Oda
- Ayrıntılar
- Yazan: Nuri GÜR
- Kategori: Hayat
- Görüntüleme: 132
Bazen bir kelimenin ağırlığı, koca bir ömrün yükünden daha ağır gelir insana. O kelime, yıllarca içimizde yankılanıp durur, duvarlara çarpan bir fısıltı gibi; kaçmaya çalışsak da peşimizi bırakmaz. Ta ki bir gün, kendi sesimizle onu dile getirene kadar. O an, kelimenin içerdiği her harf, ağırlığınca bir felaket gibi çöker üzerimize. Türkiye’de binlerce insan, adını koyamadığı bir odada büyür; duvarları görünmez, ama içeride nefes almak dahi zordur. O oda, ailenin salonunda, misafir odasında, mutfağında, sofrada herkesin bildiği ama kimsenin konuşmadığı boşluktur.
O boşluğun içinde büyüyenler, yıllarca nefeslerini tutarak yaşamayı öğrenirler. Anneler, oğullarına baktıklarında sanki gözlerinin önünde bir aynaya bakıyorlarmış gibi hissederler ama aynanın içindeki görüntü bulanıktır, netleştirmek istemezler. Babalar, sessizliği kalın bir örtü gibi serer sofraya, kelimeler boğazlarında düğümlenir ama hiç kimse bıçağı eline alıp düğümü çözmeye yeltenmez. Oğul, yıllarca doğru anı bekler, cümlelerini yeniden ve yeniden kafasında tartar, doğru tonu, doğru kelimeyi arar. Ama doğru an, doğru kelime diye bir şey yoktur aslında. Çünkü bazen bir gerçeği söylemek, onun kabul edilmesini sağlamaz; aksine, onun reddedilişini daha sert bir yankıya dönüştürür.
Kırık Düşler, Yeniden Yeşeren Umutlar
- Ayrıntılar
- Yazan: Nuri GÜR
- Kategori: Hayat
- Görüntüleme: 95
Zagata'lı Kuman, namıdiğer Zaku, hayatta defalarca hüsrana uğramış, kayıpların ve başarısızlıkların ağırlığını omuzlarında taşımış, fakat her şeye rağmen ayakta kalmayı başarmış bir adamdı. Gençliğinde büyük hayaller kurmuş, dünyayı avuçlarının içinde hissetmiş, ama zaman ilerledikçe, geride yalnızca silinmiş izler bırakan başarısızlıklarla yüzleşmek zorunda kalmıştı. Evliliği çoktan sona ermiş, hayalini kurduğu iş girişimleri peş peşe çökmüş, sürekli yeni bir başlangıcın peşinde sürüklenirken hayatın sert rüzgarları onu sağa sola savurmuştu. Oysa 2024’ün başında, uzun zamandır hissetmediği bir kıpırtı içindeydi; çocukları yollarını bulmuş, geleceğe umutla bakıyor, iş hayatında yeni ortaklarla yol alıyor ve yıllardır kayıp olan bir duyguyu yeniden hissediyordu: aşk.
İnsan hayatı, zamanın kollarında savrulurken bir nehir gibi akmaya devam eder; bazen taşkın olur, bazen kuraklığa düşer, bazen de sakin bir göletin dinginliğini taşır. Zaku’nun hayatı, kontrolsüzce akan bir nehir gibiydi; her seferinde bir şeyleri düzene koymaya çalışmış, fakat suların hızına yetişememişti. Fakat hayatta en büyük gücün, insana ait olmayan dışsal unsurlar değil, insanın kendi içindeki dirayet olduğu gerçeğini çok geç fark etmişti. Belki de hayat, geçmişin gölgesinde yaşamakla geleceğin belirsizliğine adım atma cesareti arasında bir teraziydi ve Zaku, bu terazinin dengesini uzun yıllar boyunca bulamamıştı. Ancak bu kez bir şeyler değişmişti, çünkü nehir artık kontrolsüz akmıyor, kendi yatağını yeniden şekillendiriyordu.
Kırılgan Demokrasi
- Ayrıntılar
- Yazan: Nuri GÜR
- Kategori: Para Ve Politika
- Görüntüleme: 130
Dünyanın siyasi sahnesinde yankılanan en büyük trajediler, genellikle öncesinde sessiz bir fısıltıyla başlar. Almanya’da aşırı sağın yükselişi, sadece bir ülkenin değil, bir kıtanın, hatta belki de bir medeniyetin derinlerde yatan fay hatlarını harekete geçiren bir sarsıntıdır. Geçmişin gölgeleri, 1930’ların karanlık dehlizlerinden süzülerek bugünün Avrupa’sına ulaşmış, rüzgarın yönünü değiştirerek küresel demokratik düzenin kırılganlığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Ancak, bu dalganın Türkiye’ye ulaşmayacağını düşünmek, gemisini fırtınada rotasız bırakmış bir kaptanın saflığına benzer. Türkiye’nin tarihinde, kimlik ve ideoloji üzerinden şekillenen gerilimler, Avrupa’daki dönüşümlerin bir yansıması olmaktan çok, onunla iç içe geçmiş bir hikâyenin parçasıdır. Demokrasi, burada da bir avuç toprağa ekilen narin bir tohum gibi, bazen büyümeye yüz tutmuş, bazen sert rüzgârlarla savrulmuş, ama hiçbir zaman köklerini tamamen kaybetmemiştir.
Ancak, demokrasinin yalnızca seçim sandığında belirlenen bir ritüelden ibaret olmadığı gerçeği, çoğu zaman göz ardı edilmiştir. Oysa özgürlük, sadece oy pusulasına işaretlenen bir tercih değil, bireyin günlük yaşamında hissettiği, soluduğu, varlığına içkin bir hakikat olmalıdır. Almanya’daki aşırı sağın yükselişinin temelinde, ekonomik belirsizliklerin, kimlik krizlerinin ve küreselleşmenin doğurduğu güvensizliğin yattığını söyleyen siyaset bilimciler, aslında tüm bu parametrelerin Türkiye’de de benzer şekilde var olduğunu göz ardı edemezler. Büyük şehirlerin caddelerinde yankılanan huzursuzluk, kırsal kesimlerde fısıldanan gelecek kaygısı ve medya üzerinden inşa edilen korku politikaları, demokrasinin ruhunu adeta bir paslı çivi gibi sabitlemekte, hareket alanını daraltmaktadır. Bugün Avrupa’da yükselen milliyetçi dalga, Türkiye’de de kendi yankısını bulmuş, sokaklarda, kahvehanelerde, sosyal medya platformlarında dillendirilen en temel söylemler haline gelmiştir. Sınırlar kapatılmalı, kültürel saflık korunmalı, geçmişin görkemi yeniden inşa edilmelidir. Ancak bu retorik, bir halkın geleceğini kurma idealinden çok, onu geçmişin hatalarına zincirleme arzusunu barındırmaktadır.
Tarih, Coğrafya ve Kader Üçgeninde Türkiye’nin Savunma Paradoksu
- Ayrıntılar
- Yazan: Nuri GÜR
- Kategori: Para Ve Politika
- Görüntüleme: 85
Batı dünyasında yankılanan bir uyanış sesi var: Avrupa, güvenliğini Amerika’nın gölgesinden çıkararak kendi ellerine almak zorunda. Fransa’nın stratejik özerklik söylemleri, Almanya’nın savunma harcamalarını artırma planları ve İngiltere’nin belirsizlikler içinde denge arayışı, hepsi aynı gerçeğe işaret ediyor. Fakat bu söylemlerin ardında derin bir ironi yatıyor. Avrupa, uzun yıllardır güvenliğini Washington’ın sağladığı şemsiye altında inşa etti, dolayısıyla askeri yapılanması bağımsız bir güç olmaktan çok, Amerikan çıkarlarının bir uzantısı hâline geldi. Şimdi bu düzen yıkılıyor, fakat onun yerine neyin geleceğine dair net bir yol haritası yok.
Türkiye’nin durumu ise bu tartışmaların tam ortasında, fakat farklı bir bağlamda şekilleniyor. Tarihi ve coğrafi gerçekler, Türkiye’ye askeri bağımsızlığın lüks değil, varoluşsal bir zorunluluk olduğunu gösteriyor. Avrupa, belki bir ekonomik refah hayaliyle on yıllardır askeri masraflardan kaçınabildi; ancak Türkiye, jeopolitik konumu gereği böyle bir tercihe sahip olmadı. Üç kıtanın kesişim noktasında, bir yanda tarihsel rakipleri, diğer yanda komşularındaki sürekli değişen rejimler ve güç dengeleri arasında sıkışmış bir ülke olarak, Türkiye’nin güvenliği hiçbir zaman başkalarının teminatına bırakılamazdı. Bu yüzden, Batı’nın yeni yeni tartışmaya başladığı “bağımsız savunma” meselesi, Türkiye için çok daha eski bir bilince dayanıyor: Kendini koruyamayan, var olamaz.
Devamını oku: Tarih, Coğrafya ve Kader Üçgeninde Türkiye’nin Savunma Paradoksu
Sayfa 8 / 13