Zagata'lı Kuman, namıdiğer Zaku, hayatta defalarca hüsrana uğramış, kayıpların ve başarısızlıkların ağırlığını omuzlarında taşımış, fakat her şeye rağmen ayakta kalmayı başarmış bir adamdı. Gençliğinde büyük hayaller kurmuş, dünyayı avuçlarının içinde hissetmiş, ama zaman ilerledikçe, geride yalnızca silinmiş izler bırakan başarısızlıklarla yüzleşmek zorunda kalmıştı. Evliliği çoktan sona ermiş, hayalini kurduğu iş girişimleri peş peşe çökmüş, sürekli yeni bir başlangıcın peşinde sürüklenirken hayatın sert rüzgarları onu sağa sola savurmuştu. Oysa 2024’ün başında, uzun zamandır hissetmediği bir kıpırtı içindeydi; çocukları yollarını bulmuş, geleceğe umutla bakıyor, iş hayatında yeni ortaklarla yol alıyor ve yıllardır kayıp olan bir duyguyu yeniden hissediyordu: aşk.

İnsan hayatı, zamanın kollarında savrulurken bir nehir gibi akmaya devam eder; bazen taşkın olur, bazen kuraklığa düşer, bazen de sakin bir göletin dinginliğini taşır. Zaku’nun hayatı, kontrolsüzce akan bir nehir gibiydi; her seferinde bir şeyleri düzene koymaya çalışmış, fakat suların hızına yetişememişti. Fakat hayatta en büyük gücün, insana ait olmayan dışsal unsurlar değil, insanın kendi içindeki dirayet olduğu gerçeğini çok geç fark etmişti. Belki de hayat, geçmişin gölgesinde yaşamakla geleceğin belirsizliğine adım atma cesareti arasında bir teraziydi ve Zaku, bu terazinin dengesini uzun yıllar boyunca bulamamıştı. Ancak bu kez bir şeyler değişmişti, çünkü nehir artık kontrolsüz akmıyor, kendi yatağını yeniden şekillendiriyordu.

Geçmişin hayaletleri bazen bir gölge gibi insanın peşini bırakmaz, bazen de bir yük gibi omuzlarına çöker. Zaku için geçmiş, ne sadece bir gölgeydi ne de bir yük; aksine, her bir başarısızlık, her bir kayıp, her bir hayal kırıklığı onun ilmek ilmek dokunduğu bir kumaşın desenleri gibiydi. Belki de hayatın anlamı, dümdüz bir yol değil, engebelerle dolu bir patika idi; bazen yokuş yukarı tırmanılan, bazen de hızla aşağıya düşülen. Fakat o düşüşlerin sonunda bile, insanın yeniden ayağa kalkmasını sağlayan şey, hayata dair inancını kaybetmemesiydi. Şimdi, yıllar sonra, Zaku’nun gözlerinde yeniden bir ışık yanıyordu; yıllarca sönmüş gibi görünen, ama aslında hiç kaybolmamış bir ışık.

Hayatın ironisi, bazen insanı en beklemediği anda yakalamasıdır. Bir insan, yıllarca kaybettiklerinin yasını tutarken, aslında en büyük kazancının, o kayıplarla öğrendikleri olduğunu çok sonra fark eder. Zaku’nun yaşadığı da tam olarak buydu; geçmişin enkazı arasında kazandığı dayanıklılık, şimdi ona yeni bir başlangıç için gerekli olan gücü veriyordu. Gençken başarıyı maddi kazançta aramış, zenginliğin ve gücün peşinden koşmuştu. Ancak zaman ona, en büyük zenginliğin, insanın iç huzurunda ve sevdikleriyle kurduğu bağlarda saklı olduğunu öğretmişti. Şimdi artık farklı bir gözle bakıyordu hayata; onun için önemli olan, büyük hedefler koyup ulaşamamak değil, küçük ama anlamlı anların kıymetini bilmekti.

Zaku’nun çocukları, onun hayata tutunma nedenlerinden biriydi; onların başarıları, onun içindeki eksiklikleri bir nebze olsun tamamlarken, aynı zamanda ona hayatın akışının durmadığını, sürekli değişip dönüştüğünü de gösteriyordu. Bir zamanlar genç ve hırslı bir adamken, şimdi yılların yorgunluğunu taşıyan bir baba olarak, çocuklarının başarılarını uzaktan izliyor, onların kendi yollarını çizmelerini büyük bir gurur ve huzurla seyrediyordu. Ne de olsa her insan, kendi hikayesinin kahramanıydı ve çocukları, kendi kaderlerini yazarken, ona da umut aşılıyorlardı.

Ancak en büyük değişim, içinde büyüyen yeni bir duyguydu: aşk. Uzun yıllardır kalbinde sessizce uyuyan bu his, birdenbire uyanmış, ona gençliğinin unutulmuş heyecanlarını hatırlatmıştı. İnsan kalbi, en umutsuz anlarında bile yeniden çiçek açabilen bir bahçe gibiydi ve Zaku’nun kalbindeki çiçekler, yılların kuraklığından sonra ilk kez filizlenmeye başlamıştı. Bu aşk, geçmişin hatalarına ve yenilgilerine rağmen, insanın her zaman yeniden başlayabileceğinin bir kanıtıydı. Belki de hayatın sırrı burada saklıydı: ne kadar düşersen düş, yeter ki bir kez daha ayağa kalkacak gücü bul.

Zaku’nun hikayesi, aslında hepimizin hikayesiydi. Hayal kırıklıkları, kayıplar, başarısızlıklar, yeniden başlama cesareti… Hayatın döngüsü buydu ve bu döngü içinde önemli olan, ne kadar zengin ya da başarılı olduğumuz değil, yolda kaç kez düştüğümüz ve her defasında nasıl ayağa kalktığımızdı. Zaku, bir zamanlar yitirdiği umutlarını, yeniden kazanıyordu. Ve belki de asıl zafer buydu: hayatın kendisini olduğu gibi kabul edip, hala yürümeye devam etmek.