nurigür

5- Edebiyatın Üç Tepesi ve Yeni Bir Ufka Bakış: Metris’ten Bugüne Fikir, Sanat ve Hakikat
- Ayrıntılar
- Kategori: eda ba
Gecenin içinde bir kurt, gözlerinde alev gibi yanan bir kararlılıkla, düşmanlarına meydan okuyor. Vigny’nin "Kurdun Ölümü" şiirinde anlatılan bu sahne, Yahya Kemal’in öğrencilerine verdiği dersin tam ortasında yankılanır. Metris Tepesi'nden bakarken bir milletin kaderini yeniden yazmak, sadece savaş meydanlarında değil, kelimelerin ve fikirlerin dünyasında da bir mücadele gerektirir. İşte bu yüzden edebiyat, yalnızca bir sanat değil, bir hafıza ve direniş biçimidir.
Edebiyatın bir milletin aynası olduğu fikri, Yahya Kemal ve Ziya Gökalp’in öncülüğünde ortaya çıkan Yeni Mecmua ve Dergâh Mecmuası etrafında şekillenmişti. Çamlıca, Tepebaşı ve nihayet Metris Tepesi, edebiyatın değişen yönelimlerini ve dönemin ruhunu simgeleyen üç ana eksen oldu. Namık Kemal’in romantik hayalleri Çamlıca’da yankılanırken, Tepebaşı’nda Servet-i Fünun’un hüzünlü melankolisi hâkimdi. Ancak Yahya Kemal, edebiyatın artık bir düşler âlemi olmaktan çıkıp, milletin ve memleketin sesi olması gerektiğini düşünüyordu. Bunun için Metris Tepesi’ni işaret etti; çünkü oradan bakıldığında artık sadece geçmişin gölgeleri değil, geleceğin doğuşu da görünüyordu.

4- Ziya Gökalp ve Yahya Kemal’in Zihinsel Kavşakları: Gelenek, Modernite Ve Milletin Kültürel Hafızası
- Ayrıntılar
- Kategori: eda ba
Her millet, kendi geçmişiyle yüzleşme biçimiyle inşa olur. Tarih, sadece olayların kronolojik sıralanmasından ibaret değildir; o, bir milletin ruhunu, özlemlerini ve kırılmalarını taşıyan bir zaman nehridir. İşte bu nedenle Yahya Kemal ve Ziya Gökalp gibi isimler, sadece düşünce insanı olarak değil, aynı zamanda bu nehrin akış yönünü tayin etmeye çalışan köprüler olarak görülmelidir.
Biri sanatın ve estetiğin derin sularında gezinirken, diğeri milletin sosyolojik yapısını inşa etmeye odaklanmış bir kuramcıdır. Biri Osmanlı mirasını yücelterek geçmişle bağ kurmayı savunurken, diğeri eski Türk kültürünü referans noktası olarak alarak modernleşmenin temelini atmaya çalışmıştır. Peki, bu iki dev figür arasındaki fikir çatışmaları, aslında neyin mücadelesiydi? Sanat ve ideoloji arasındaki derin uçurum mu? Yoksa geleneği yaşatmanın ve moderniteyi benimsemenin yolları mı?

3- Gölgesi Uzun Bir Tartışma: Kadızâdeliler ve Bir Medeniyetin Kavşak Noktası
- Ayrıntılar
- Kategori: eda ba
Şehir, sabahın ilk ışıklarıyla yavaşça uyanırken, Boğaz'dan yükselen sis camilerin minarelerine yaslanıyor. Ahşap konakların pencerelerinden tüten incecik dumanlar, yüzyıllardır süregelen bir medeniyetin nefes alışlarını simgeliyor adeta. Fakat bu görüntünün ardında, Osmanlı’nın derin sularında bir mücadele gizlidir. Bu, yalnızca siyasi ve ekonomik çalkantıların yarattığı bir karmaşa değildir; aksine, bir medeniyetin kendi varoluş biçimiyle hesaplaşmasının izlerini taşır.
XVII. yüzyılda Osmanlı topraklarında yankılanan bir tartışma, sadece devrin aktörleri arasında bir çekişme olmaktan öte, yüzlerce yıl boyunca devam eden bir medeniyet krizinin sembolü hâline gelmiştir. Kadızâdeliler ile tasavvuf erbabı arasındaki bu fikirsel mücadele, kökleri çok daha derinlere uzanan bir ayrışmanın su yüzüne çıkmasıdır: Din mi yoksa akıl mı? Geçmişin katı sureti mi yoksa hayatın değişken akışı mı?
Devamını oku: 3- Gölgesi Uzun Bir Tartışma: Kadızâdeliler ve Bir Medeniyetin Kavşak Noktası

2- Eve Dönen Adam ve Kültürel Hafızanın İzinde
- Ayrıntılar
- Kategori: eda ba
Bazı yolculuklar sadece fiziksel değildir; insan, bazen kendi içine döner, bazen de geçmişin sessiz sokaklarında kaybolur. Yahya Kemal’in Paris’ten İstanbul’a dönüşü, yalnızca coğrafi bir hareket değildi; bir kimlik arayışı, bir kaybolmuşluğu yeniden bulma çabasıydı. Dokuz yıl boyunca Batı’nın meydanlarında dolaşan şair, döndüğünde eski mahallesinde bir yabancı gibi hissediyordu. Frenk hayatının parlak ışıkları, Osmanlı sokaklarının gölgeli sabahlarına sızdığında, iç dünyasında bir çatışma başlamıştı: Modernleşme ile gelenek, rasyonalite ile estetik, Batı hayranlığı ile köklerine duyduğu derin sevgi arasında sıkışmış bir ruh…
Onun yolculuğu yalnızca bireysel bir hikâye değil, aynı zamanda toplumun da hikâyesiydi. Yahya Kemal’in Paris’te öğrendiği şey, aslında ona kim olduğunu hatırlatmıştı. Nev-Yunanilik hayaliyle çıktığı yolda, bir süre sonra bu düşünceyi terk ederek Osmanlı medeniyetinin ruhuna yöneldi. Zira Batı’nın “Yunan Mucizesi” dediği şeyin, sadece Yunan’a ait olmadığını, Akdeniz’in ortak bir eseri olduğunu fark etmişti. Bu dönüş, sadece entelektüel bir tavır değişikliği değil, aynı zamanda kişisel bir aydınlanmaydı. İstanbul’a döndüğünde, tanıdığı sokakların artık ona yabancı geldiğini hissetti ama derinlerde bir yerde hâlâ ait olduğu bir şeyler olduğunu da biliyordu.
Devamını oku: 2- Eve Dönen Adam ve Kültürel Hafızanın İzinde
Sayfa 6 / 7