nuri gür
  • Ruzname
      • eda ba
      • ads jr
  • Duhul Et
    • Ruzname
    • Makalat
      • Ayrılık Feryadı
      • Gölgedeki Güç
      • Kendi Olmak
      • Para Ve Politika
  1. Buradasınız:  
  2. Anasayfa

nurigür

Yanan Banknotun Gölgesinde

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 07 Mart 2025
Görüntüleme: 131
  • Ekonomi
  • Kriz
  • FinanasalÇöküş
  • GüçOyunları
  • Popülizm

Gözlerinizi kapatın ve geniş bir ufka bakıyormuş gibi hayal edin. Gökyüzü alacakaranlıkla sarmalanmış, rengini kaybetmiş, puslu ve gri. Ufuk çizgisinin hemen ardında belirsizce yükselen gökdelenlerin cam yüzeyleri, sanki gözyaşlarıyla ıslanmış gibi ışığı kırık dökük yansıtıyor. Bu kasvetin içinde, koca bir para yığını, üst üste yığılmış banknotlar ve ağır bir sessizlik hüküm sürüyor. Ama tam o sırada, bu durağan tabloya bir figür giriyor. Elinde bir benzin bidonu, diğerinde ise aleve tutulmuş bir yüz dolarlık banknot. Yavaşça, neredeyse törensel bir hareketle, banknotun köşesindeki ilk alevi büyütüyor ve ardından parmak uçları arasındaki kağıt parçası kavrulup küle dönüşene kadar bekliyor.

Görüntü, ekonomik sistemin hem yıkılabilir hem de yakılabilir olduğunu hatırlatıyor. Küresel çarkların, yalnızca üretimden, istihdamdan ve finansal piyasalardan ibaret olmadığını, aynı zamanda bir metaforlar bütünü olduğunu gösteriyor. Para, yalnızca kağıttan bir nesne midir, yoksa ona yüklenen anlamlar ve politik hamleler onu çok daha tehlikeli bir araca mı dönüştürür? Ekonomi, yalnızca rasyonel verilerle mi yönetilir, yoksa bazen irrasyonel kararlar, sıradan bir kağıt parçasını dahi küresel bir çöküşün kıvılcımına mı çevirebilir?

Devamını oku: Yanan Banknotun Gölgesinde

Şehirlerin Hafızası ve Türkiye’nin Geleceği

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 03 Mart 2025
Görüntüleme: 151

Uzun ve dar bir koridordan geçerken, yorgun ama bilge bir adamın ağır adımları duyulurdu eski gazete binalarında. Zihninde yankılanan tarihî meseleler, dünyanın dönüşüne yön veren büyük sorulara dönüşürdü. O, bir medeniyetin şafağında duran bir düşünürdü; kelimeleri yalnızca satırlara değil, toplumsal belleğe de kazınırdı. Türkiye de benzer bir düşünsel sürecin tam ortasında duruyor: geçmişin mirasıyla geleceğin inşası arasındaki ince çizgide. Bir zamanlar Osmanlı sokaklarında yankılanan ayak sesleriyle, Cumhuriyet meydanlarında yükselen sesler arasında derin bir bağ var. Peki, bu bağ bizi nereye götürüyor? Türkiye’nin büyük dönüşümünün ekseni ne olmalı? Bir toplum, geçmişiyle yüzleşmeden, geleceğini inşa edebilir mi?

Şehirler, toplumların en büyük aynalarıdır. İstanbul’un dar sokakları, Ankara’nın geniş bulvarları, İzmir’in deniz kokan meydanları sadece taş ve betondan ibaret değil. Her biri, bir milletin tarihini ve geleceğe dair umutlarını içinde barındırır. Ancak bu şehirlerin hafızası ne kadar korunuyor, ne kadar geleceğe aktarılıyor? Tarihin yüküyle yoğrulmuş binaların arasından yükselen gökdelenler, modernleşmenin mi, yoksa hafıza kaybının mı simgesi? Kadim medeniyetlerin izlerini taşıyan Anadolu topraklarında, şehirlerin ruhunu koruyarak mı ilerliyoruz, yoksa onları geri dönülmez şekilde dönüştürerek mi? İstanbul’un silüeti, Topkapı Sarayı’nın kubbelerinden ziyade devasa plaza camlarında mı yansıyor artık? Eğer öyleyse, bu değişimin getirdiği kimlik kaybı, toplumsal ruhumuza nasıl etki ediyor?

Devamını oku: Şehirlerin Hafızası ve Türkiye’nin Geleceği

Okullar ve Akıllı Telefonların Gölgesi

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 26 Şubat 2025
Görüntüleme: 72
  • Akıllı Telefon Bağımlılığı
  • Eğitim ve Dijital Dönüşüm
  • Sosyal İzolasyon ve Teknoloji
  • Okullarda Telefon Yasağı
  • Gerçek İletişim ve Empati

 

 

Zil çaldığında koridorlarda yankılanan seslerin, öğrencilerin neşeli kahkahalarına karıştığı günleri hatırlayanların sayısı giderek azalıyor. Artık sınıfların kapısı açıldığında, içeriye yayılan sessizlik, eski zamanlardan kalma bir hayalet gibi dolaşıyor. Kafalar öne eğik, parmaklar ekrana dokunuyor, gözler sanal dünyaların içine gömülüyor. Kimi bilgi arıyor, kimi sosyal medyada kayboluyor, kimi de varlığını hissettirmek için dijital dünyaya dokunuyor. Ancak bir şey eksik: Gerçek insan teması, yüz yüze bakmanın, yan yana olmanın getirdiği samimiyet ve anlık duyguların doğallığı. Bu dönüşüm, yalnızca pedagojik bir mesele olmanın ötesinde, insanın ruhunu şekillendiren, karakterini belirleyen, varoluşunu anlamlandıran bir değişim olarak ele alınmalı. Eğitim sistemleri yalnızca bilgi aktarımı yapan mekanizmalar değil, aynı zamanda bireyin zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimini besleyen ekosistemlerdir. Akıllı telefonların bu ekosistemlerdeki yeri sorgulandığında, mesele yalnızca öğrencilerin derslere odaklanması değil, daha derin bir varoluş krizine işaret eden bir dönüşüm meselesidir.

Modern çağın bireyi, iletişimin yalnızca kelimelerden ibaret olmadığını bilir, ancak yine de kelimeleri ekrandan almayı tercih eder. Göz göze gelmenin, birini doğrudan dinlemenin, beden dilinin ve tonlamaların taşıdığı anlamları kaybetmeye başladığında, birey yalnızca akademik olarak değil, duygusal olarak da eksilmeye başlar. Sosyal medya ile sürekli bağlantıda olmak, yalnızlık hissini artırırken, ironik bir şekilde bireyi daha da izole eder. Özgüvenin, aidiyetin ve kimlik inşasının ergenlik döneminde biçimlendiği düşünüldüğünde, bu izolasyonun uzun vadeli etkileri göz ardı edilemez.

Devamını oku: Okullar ve Akıllı Telefonların Gölgesi

Buried secretsPhotograph: Inrap

Zamanın Hücrelerine Kazınmış Hikâyeler

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 26 Şubat 2025
Görüntüleme: 63
  • DNA ve Tarih
  • Genetik Miras
  • İnsanlık ve Evrim
  • Göç ve Toplumsal Yapılar
  • Bilim ve Tarih Anlayışı

İnsanlık tarihi, kâğıtlara ve taşlara yazılmış bir anlatı değildir yalnızca; o, kemiklerin, genlerin ve hücrelerin en derin katmanlarına işlenmiş bir mirastır. DNA, insanın göç yollarını, savaşlarını, sevgilerini, ihanetlerini ve hayatta kalma mücadelesini sessiz bir anlatıcı gibi saklar. Geçmişin sessiz tanığı olarak varlığını sürdüren bu biyolojik kod, yalnızca bireyin değil, tüm insanlığın ortak belleğinin bir yansımasıdır. Modern bilim, bu kodları çözerek insanın geçmişine, unutulmuş hikâyelerine ve medeniyetlerin kökenlerine ulaşmaya çalışıyor. Ancak, her keşif yeni bir gizem doğuruyor; her bulunan iskelet, yalnızca bir ölü değil, aynı zamanda yaşanmış bir hayatın kanıtı oluyor.

Zamanın içinde gömülü kalmış kemiklerden çıkarılan DNA, insanın sadece biyolojik evrimini değil, aynı zamanda kültürel ve toplumsal evrimini de gözler önüne seriyor. İnsanın tarih boyunca yaşadığı göçler, savaşlar ve ittifaklar, genetik veriler aracılığıyla yeniden canlanıyor. Uzak atalarımızın birbirleriyle nasıl etkileşim kurdukları, kimlerle çiftleştikleri, hangi coğrafyalarda yaşadıkları ve nasıl yok oldukları artık laboratuvarlarda ortaya çıkıyor. Bu yeni bilgiler, geleneksel tarih anlatılarımızı sarsıyor, toplumsal yapılarımıza dair köklü kabullerimizi sorgulamamıza neden oluyor. İnsan topluluklarının ataerkil mi yoksa anaerkil mi olduğu, göçlerin ve fetihlerin toplumsal düzeni nasıl şekillendirdiği gibi sorulara biyolojinin diliyle yanıt veriliyor.

Ancak insanın genetik haritasını çözmek, sadece bilimsel bir mesele değil, aynı zamanda varoluşsal bir yolculuktur. DNA dizilimlerimizde saklı olan öyküler, kim olduğumuza, nereden geldiğimize ve hangi yolları takip ettiğimize dair derin sorulara kapı aralar. Bu sorular, yalnızca geçmişe dair değildir; aynı zamanda geleceğimizi nasıl şekillendireceğimizle de ilgilidir. Çünkü DNA yalnızca bir hafıza deposu değil, aynı zamanda insanlık macerasının yönünü belirleyen bir pusuladır.

Devamını oku: Zamanın Hücrelerine Kazınmış Hikâyeler

Sayfa 5 / 13

  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
  • 6
  • 7
  • 8
  • 9
  • 10

Ana Menü

  • nurigür

Giriş Formu

  • Şifrenizi mi unuttunuz?
  • Kullanıcı adınızı mı unuttunuz?
  • Bir hesap oluşturun
  • Tevhidin Gölgesinde Merkeze Dönüş

    Günlerin ardı sıra yığıldığı bir çağda yaşıyorum; takvim yaprakları değil de sanki yıldızlar düşüyor gökyüzünden, her biri bir hakikati söndürerek. Zaman dediğimiz şey, artık içinde yön barındırmayan dev bir döngüye dönüştü; merkezini kaybetmiş bir çark gibi dönüyor, fakat nereye döndüğünü bilen yok. Eskiden zamanın kutsallığı vardı; bir doğuşun, bir ölüşün, bir dirilişin ritmiyle yoğrulurdu insan. Şimdi ise saatler yalnızca üretim periyotlarını, tüketim kampanyalarını ve sinir krizi aralıklarını ölçen metalik bir tanrı gibi. Bense bu anlamsız ritmin ortasında hâlâ bir merkezin varlığını hissediyor, kaybolmuşun izini süren bir seyyah gibi geçmişin kozmik ahengini kulaklarımda duymaya çalışıyorum.

    Bir zamanlar gökyüzü yalnızca astronomik bir veri kümesi değildi; yıldızlar, göç eden ruhlar gibi semayı geçerken hikmetin harflerini yazardı. Kozmosun matematiği, zihnin değil, kalbin sezgisiyle okunurdu. Fakat sonra biri çıkıp dedi ki: “Dünya dönüyor.” O sözle birlikte yalnızca yeryüzü değil, düşünce de döndü. Artık gök değil, göz egemendi; sezgi değil, hesap belirleyiciydi. Evrenin merkezinde duran kutsal dünya fikri, o cümleyle birlikte yerle bir oldu. O an, insanlık kendi eksenini de kaybetti. Kopernik yalnızca astronomiyle değil, hakikatle ilgili bir kırılma başlatmıştı. Bu kırılma, zamanla merkezî olan her şeyi değersizleştiren bir seküler depreme dönüştü. Artık ne Tanrı göklerin tepesindeydi, ne insan kendini kainatın anlam halkası içinde hissediyordu.

    Devamını oku: Tevhidin Gölgesinde Merkeze Dönüş

  • Kadının İnsanlığın Temel Taşı Oluşu

    İnsanlık tarihi boyunca kadın, yalnızca biyolojik bir varlık olarak değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel düzenin temel taşı olarak varlık göstermiştir. Doğanın bir parçası gibi görülen kadın, aynı zamanda bilincin, üretimin ve medeniyetin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Ancak, tarih boyunca kadının bu konumu her zaman hakkıyla teslim edilmemiş, çoğu zaman bastırılmış, sınırlandırılmış veya göz ardı edilmiştir. Hak ettiği saygıyı ve değeri bulamadığı dönemler, toplumların da gerilediği, insanlığın eksik kaldığı dönemler olmuştur.

    Kadının toplumdaki rolü tarihsel olarak farklı kültürlerde değişkenlik göstermiş, bazı medeniyetlerde kadın bir güç ve otorite figürü olarak görülürken, bazılarında yalnızca itaat eden bir varlık olarak değerlendirilmiştir. Fakat insanın değeri, cinsiyetle ölçülemez. Kadın ve erkek, insanlık çatısının iki eşit sütunu olarak varlık gösterir. Bu eşitlik, yalnızca biyolojik değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve hukuki bir eşitliktir. Bir toplumun gerçek anlamda kalkınması, kadın ve erkeğin bir arada, hak ve sorumluluk bakımından eşit koşullarda yaşaması ile mümkündür.

    Devamını oku: Kadının İnsanlığın Temel Taşı Oluşu

  • Kırılgan Demokrasi

    Dünyanın siyasi sahnesinde yankılanan en büyük trajediler, genellikle öncesinde sessiz bir fısıltıyla başlar. Almanya’da aşırı sağın yükselişi, sadece bir ülkenin değil, bir kıtanın, hatta belki de bir medeniyetin derinlerde yatan fay hatlarını harekete geçiren bir sarsıntıdır. Geçmişin gölgeleri, 1930’ların karanlık dehlizlerinden süzülerek bugünün Avrupa’sına ulaşmış, rüzgarın yönünü değiştirerek küresel demokratik düzenin kırılganlığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Ancak, bu dalganın Türkiye’ye ulaşmayacağını düşünmek, gemisini fırtınada rotasız bırakmış bir kaptanın saflığına benzer. Türkiye’nin tarihinde, kimlik ve ideoloji üzerinden şekillenen gerilimler, Avrupa’daki dönüşümlerin bir yansıması olmaktan çok, onunla iç içe geçmiş bir hikâyenin parçasıdır. Demokrasi, burada da bir avuç toprağa ekilen narin bir tohum gibi, bazen büyümeye yüz tutmuş, bazen sert rüzgârlarla savrulmuş, ama hiçbir zaman köklerini tamamen kaybetmemiştir.

    Ancak, demokrasinin yalnızca seçim sandığında belirlenen bir ritüelden ibaret olmadığı gerçeği, çoğu zaman göz ardı edilmiştir. Oysa özgürlük, sadece oy pusulasına işaretlenen bir tercih değil, bireyin günlük yaşamında hissettiği, soluduğu, varlığına içkin bir hakikat olmalıdır. Almanya’daki aşırı sağın yükselişinin temelinde, ekonomik belirsizliklerin, kimlik krizlerinin ve küreselleşmenin doğurduğu güvensizliğin yattığını söyleyen siyaset bilimciler, aslında tüm bu parametrelerin Türkiye’de de benzer şekilde var olduğunu göz ardı edemezler. Büyük şehirlerin caddelerinde yankılanan huzursuzluk, kırsal kesimlerde fısıldanan gelecek kaygısı ve medya üzerinden inşa edilen korku politikaları, demokrasinin ruhunu adeta bir paslı çivi gibi sabitlemekte, hareket alanını daraltmaktadır. Bugün Avrupa’da yükselen milliyetçi dalga, Türkiye’de de kendi yankısını bulmuş, sokaklarda, kahvehanelerde, sosyal medya platformlarında dillendirilen en temel söylemler haline gelmiştir. Sınırlar kapatılmalı, kültürel saflık korunmalı, geçmişin görkemi yeniden inşa edilmelidir. Ancak bu retorik, bir halkın geleceğini kurma idealinden çok, onu geçmişin hatalarına zincirleme arzusunu barındırmaktadır.

    Devamını oku: Kırılgan Demokrasi

Popüler Etiketler

Düşünce 7 Özgürlük 6 Doğa 4 Diriliş 4 Hakikat 4 Dönüşüm 3 Kimlik Arayışları 2 Siber Dolandırıcılık 2

Eski Gönderiler

  • Merhametten Doğan Hürriyetin İsyanı
  • Kıskançlığın Gürültüsü, Sükûtun Birliği, Hakikatin Sessiz Yankısı
  • Resmî Kayıtlara Geçmeyen Servet
  • İlahi Adaletin Terazisi ve Vahdetin Işığı
  • Secdeyle Dirilen Medeniyet: Kudüs’ün Sessiz Çağrısı
  • İhlâsın Eşiğinde Bir Bayram: Kalpten Kalbe Kurulan Medeniyet
  • Giriş yap