nuri gür
  • Ruzname
      • eda ba
      • ads jr
  • Duhul Et
    • Ruzname
    • Makalat
      • Ayrılık Feryadı
      • Gölgedeki Güç
      • Kendi Olmak
      • Para Ve Politika
  1. Buradasınız:  
  2. Anasayfa
  3. Mesel
  4. Makalat

Tevhidin Gölgesinde Merkeze Dönüş

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
  • Hakikat
  • Tevhid
  • Merkez
  • Secde

Günlerin ardı sıra yığıldığı bir çağda yaşıyorum; takvim yaprakları değil de sanki yıldızlar düşüyor gökyüzünden, her biri bir hakikati söndürerek. Zaman dediğimiz şey, artık içinde yön barındırmayan dev bir döngüye dönüştü; merkezini kaybetmiş bir çark gibi dönüyor, fakat nereye döndüğünü bilen yok. Eskiden zamanın kutsallığı vardı; bir doğuşun, bir ölüşün, bir dirilişin ritmiyle yoğrulurdu insan. Şimdi ise saatler yalnızca üretim periyotlarını, tüketim kampanyalarını ve sinir krizi aralıklarını ölçen metalik bir tanrı gibi. Bense bu anlamsız ritmin ortasında hâlâ bir merkezin varlığını hissediyor, kaybolmuşun izini süren bir seyyah gibi geçmişin kozmik ahengini kulaklarımda duymaya çalışıyorum.

Bir zamanlar gökyüzü yalnızca astronomik bir veri kümesi değildi; yıldızlar, göç eden ruhlar gibi semayı geçerken hikmetin harflerini yazardı. Kozmosun matematiği, zihnin değil, kalbin sezgisiyle okunurdu. Fakat sonra biri çıkıp dedi ki: “Dünya dönüyor.” O sözle birlikte yalnızca yeryüzü değil, düşünce de döndü. Artık gök değil, göz egemendi; sezgi değil, hesap belirleyiciydi. Evrenin merkezinde duran kutsal dünya fikri, o cümleyle birlikte yerle bir oldu. O an, insanlık kendi eksenini de kaybetti. Kopernik yalnızca astronomiyle değil, hakikatle ilgili bir kırılma başlatmıştı. Bu kırılma, zamanla merkezî olan her şeyi değersizleştiren bir seküler depreme dönüştü. Artık ne Tanrı göklerin tepesindeydi, ne insan kendini kainatın anlam halkası içinde hissediyordu.

Devamını oku: Tevhidin Gölgesinde Merkeze Dönüş

Ayrılık Feryadı

Ayrıntılar
Yazan: nurigur
  • Ayrılık ve Özlem
  • Ney ve Metaforik Anlamı
  • İçsel Yolculuk ve Maneviyat
  • İlahi Aşk ve Vuslat
  • Dünya Hayatı ve Ruhun Arayışı

 

Neyin feryadı, insan ruhunun derinlerinde yankılanan bir çığlık gibidir. Her nefes alıp verdiğinde, her nota duyulduğunda aslında bir şeyleri hatırlatır: Kaybedilen bir bütünlük, özlenen bir vatan, aranan bir sevgi... Neyin sesi, bir zamanlar ait olduğu kamışlıktan kopmuşluğun, o doğal yuvasından ayrı düşmüş olmanın acısını anlatır. Bu feryat, sadece bir kamışın hüzünlü melodisi değildir; aksine insan ruhunun da içinde taşıdığı, ilahi âlemden koparıldığının yankısıdır. İnsan, tıpkı ney gibi, bir yerlerden kopmuştur ve her gün, her adımda, o ilk yuvaya dönme arzusunu içinde taşır.

Ayrılık, insanın yaratılışından bu yana en derin hislerinden biri olmuştur. Varlığımızın özünde bir eksiklik, bir yitik parça vardır. Bu eksiklik, neyin melodisinde vücut bulur; ayrılığın derin acısı insan ruhuna işler. İnsan, ruhunun özlemini çektiği bir yere dönme arzusuyla doludur. Bu, sadece fiziki bir mekân değil, manevi bir bütünlüğün de arayışıdır. Neyin ayrıldığı kamışlığa özlemi neyse, insanın ayrıldığı o ilahi âleme özlemi de odur. O nedenle her ayrılık bir vuslatı bekler; her arzu, kaybedilenin tekrar bulunması umudunu taşır.

İnsan ruhu, dünya ile kurduğu her bağda bu ayrılığı biraz daha hisseder. Dünyadaki hazlar, geçici sevinçler, nefislerin peşine düşülen her an, bu eksikliği biraz daha derinleştirir. Tıpkı neyin kamışlıktan koptuktan sonra her üflemede biraz daha hüzünlenmesi gibi, insan da dünya ile olan ilişkilerinde her deneyimde biraz daha o ilk saf sevgiden uzaklaştığını hisseder. Bu uzaklaşma, beraberinde derin bir hüzün getirir. Ancak bu hüzün, aynı zamanda bir farkındalığın da kapısını aralar: İnsan, bu dünyanın zevklerinin peşinden giderken aslında asıl vatanını unutmamalıdır.

Devamını oku: Ayrılık Feryadı

Gölgedeki Güç

Ayrıntılar
Yazan: nurigur
  • Tarih ve Strateji
  • Osmanlı-Safevi Mücadelesi
  • İslam Dünyasında Birlik
  • Mezhepsel Çatışmalar ve Siyaset
  • Yavuz Sultan Selim’in Mirası

 

Tarih, yalnızca geçmişin bir anlatımı değildir; aksine, bugünümüzü şekillendiren bir aynadır. Yavuz Sultan Selim Han, bu aynanın en parlak yüzlerinden biridir. Ancak paradoksal bir şekilde, onun gölgesinde kalmış bir tarihin tanığıyız. Yavuz, Safevi tehdidine karşı başlattığı seferlerle sadece Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarını genişletmekle kalmamış, aynı zamanda İslam dünyasının birliğini sağlama gayretiyle de tarihin rotasını değiştirmiştir. Ancak bugünün kitaplarında, onun bu stratejik derinliği, yeterince yansıtılmıyor.

Bu ihmal, yalnızca tarih yazımında bir eksiklik değil, aynı zamanda bugünü anlamak adına büyük bir kayıptır. Yavuz Sultan Selim’in gölgesi, aslında bugünü de aydınlatan bir ışık kaynağıdır. Onun döneminde yaşanan Safevi-Osmanlı mücadelesi, mezhepsel farklılıkların bir çatışma aracı olarak kullanılmasının tarihsel bir örneğidir. Bugün de Ortadoğu’daki birçok çatışmanın temelinde benzer mezhepsel gerilimler yatmaktadır. Yavuz’un İran’a karşı yürüttüğü seferler, sadece bir askeri operasyon olarak değil, ideolojik ve stratejik bir duruş olarak da okunmalıdır.

Yavuz’un dönemi, aynı zamanda Osmanlı’nın doğu politikasını yeniden şekillendirdiği bir dönemdir. Safevi tehlikesi karşısında İslam dünyasını bir arada tutma arzusu, Yavuz’un en büyük ideallerinden biriydi. Bu ideal, bugün hala yankı bulmaktadır. Modern Ortadoğu’daki mezhepsel çatışmalar, etnik ayrışmalar ve bölgesel hegemonya mücadeleleri, Yavuz’un stratejik manevralarını ve politikalarını daha iyi anlamamızı gerekli kılmaktadır. Yavuz’un, sadece askeri bir komutan değil, aynı zamanda bir devlet adamı ve ideolojik bir lider olarak da algılanması, bugünkü siyasi analizlerde eksik kalan bir bakış açısını sunar.

Devamını oku: Gölgedeki Güç

  1. Kendi Olmak

Sayfa 2 / 3

  • 1
  • 2
  • 3

Ana Menü

  • nurigür

Giriş Formu

  • Şifrenizi mi unuttunuz?
  • Kullanıcı adınızı mı unuttunuz?
  • Bir hesap oluşturun
  • Tevhidin Gölgesinde Merkeze Dönüş

    Günlerin ardı sıra yığıldığı bir çağda yaşıyorum; takvim yaprakları değil de sanki yıldızlar düşüyor gökyüzünden, her biri bir hakikati söndürerek. Zaman dediğimiz şey, artık içinde yön barındırmayan dev bir döngüye dönüştü; merkezini kaybetmiş bir çark gibi dönüyor, fakat nereye döndüğünü bilen yok. Eskiden zamanın kutsallığı vardı; bir doğuşun, bir ölüşün, bir dirilişin ritmiyle yoğrulurdu insan. Şimdi ise saatler yalnızca üretim periyotlarını, tüketim kampanyalarını ve sinir krizi aralıklarını ölçen metalik bir tanrı gibi. Bense bu anlamsız ritmin ortasında hâlâ bir merkezin varlığını hissediyor, kaybolmuşun izini süren bir seyyah gibi geçmişin kozmik ahengini kulaklarımda duymaya çalışıyorum.

    Bir zamanlar gökyüzü yalnızca astronomik bir veri kümesi değildi; yıldızlar, göç eden ruhlar gibi semayı geçerken hikmetin harflerini yazardı. Kozmosun matematiği, zihnin değil, kalbin sezgisiyle okunurdu. Fakat sonra biri çıkıp dedi ki: “Dünya dönüyor.” O sözle birlikte yalnızca yeryüzü değil, düşünce de döndü. Artık gök değil, göz egemendi; sezgi değil, hesap belirleyiciydi. Evrenin merkezinde duran kutsal dünya fikri, o cümleyle birlikte yerle bir oldu. O an, insanlık kendi eksenini de kaybetti. Kopernik yalnızca astronomiyle değil, hakikatle ilgili bir kırılma başlatmıştı. Bu kırılma, zamanla merkezî olan her şeyi değersizleştiren bir seküler depreme dönüştü. Artık ne Tanrı göklerin tepesindeydi, ne insan kendini kainatın anlam halkası içinde hissediyordu.

    Devamını oku: Tevhidin Gölgesinde Merkeze Dönüş

  • Kadının İnsanlığın Temel Taşı Oluşu

    İnsanlık tarihi boyunca kadın, yalnızca biyolojik bir varlık olarak değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel düzenin temel taşı olarak varlık göstermiştir. Doğanın bir parçası gibi görülen kadın, aynı zamanda bilincin, üretimin ve medeniyetin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Ancak, tarih boyunca kadının bu konumu her zaman hakkıyla teslim edilmemiş, çoğu zaman bastırılmış, sınırlandırılmış veya göz ardı edilmiştir. Hak ettiği saygıyı ve değeri bulamadığı dönemler, toplumların da gerilediği, insanlığın eksik kaldığı dönemler olmuştur.

    Kadının toplumdaki rolü tarihsel olarak farklı kültürlerde değişkenlik göstermiş, bazı medeniyetlerde kadın bir güç ve otorite figürü olarak görülürken, bazılarında yalnızca itaat eden bir varlık olarak değerlendirilmiştir. Fakat insanın değeri, cinsiyetle ölçülemez. Kadın ve erkek, insanlık çatısının iki eşit sütunu olarak varlık gösterir. Bu eşitlik, yalnızca biyolojik değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve hukuki bir eşitliktir. Bir toplumun gerçek anlamda kalkınması, kadın ve erkeğin bir arada, hak ve sorumluluk bakımından eşit koşullarda yaşaması ile mümkündür.

    Devamını oku: Kadının İnsanlığın Temel Taşı Oluşu

  • Kırılgan Demokrasi

    Dünyanın siyasi sahnesinde yankılanan en büyük trajediler, genellikle öncesinde sessiz bir fısıltıyla başlar. Almanya’da aşırı sağın yükselişi, sadece bir ülkenin değil, bir kıtanın, hatta belki de bir medeniyetin derinlerde yatan fay hatlarını harekete geçiren bir sarsıntıdır. Geçmişin gölgeleri, 1930’ların karanlık dehlizlerinden süzülerek bugünün Avrupa’sına ulaşmış, rüzgarın yönünü değiştirerek küresel demokratik düzenin kırılganlığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Ancak, bu dalganın Türkiye’ye ulaşmayacağını düşünmek, gemisini fırtınada rotasız bırakmış bir kaptanın saflığına benzer. Türkiye’nin tarihinde, kimlik ve ideoloji üzerinden şekillenen gerilimler, Avrupa’daki dönüşümlerin bir yansıması olmaktan çok, onunla iç içe geçmiş bir hikâyenin parçasıdır. Demokrasi, burada da bir avuç toprağa ekilen narin bir tohum gibi, bazen büyümeye yüz tutmuş, bazen sert rüzgârlarla savrulmuş, ama hiçbir zaman köklerini tamamen kaybetmemiştir.

    Ancak, demokrasinin yalnızca seçim sandığında belirlenen bir ritüelden ibaret olmadığı gerçeği, çoğu zaman göz ardı edilmiştir. Oysa özgürlük, sadece oy pusulasına işaretlenen bir tercih değil, bireyin günlük yaşamında hissettiği, soluduğu, varlığına içkin bir hakikat olmalıdır. Almanya’daki aşırı sağın yükselişinin temelinde, ekonomik belirsizliklerin, kimlik krizlerinin ve küreselleşmenin doğurduğu güvensizliğin yattığını söyleyen siyaset bilimciler, aslında tüm bu parametrelerin Türkiye’de de benzer şekilde var olduğunu göz ardı edemezler. Büyük şehirlerin caddelerinde yankılanan huzursuzluk, kırsal kesimlerde fısıldanan gelecek kaygısı ve medya üzerinden inşa edilen korku politikaları, demokrasinin ruhunu adeta bir paslı çivi gibi sabitlemekte, hareket alanını daraltmaktadır. Bugün Avrupa’da yükselen milliyetçi dalga, Türkiye’de de kendi yankısını bulmuş, sokaklarda, kahvehanelerde, sosyal medya platformlarında dillendirilen en temel söylemler haline gelmiştir. Sınırlar kapatılmalı, kültürel saflık korunmalı, geçmişin görkemi yeniden inşa edilmelidir. Ancak bu retorik, bir halkın geleceğini kurma idealinden çok, onu geçmişin hatalarına zincirleme arzusunu barındırmaktadır.

    Devamını oku: Kırılgan Demokrasi

Popüler Etiketler

Düşünce 7 Özgürlük 6 Doğa 4 Diriliş 4 Hakikat 4 Dönüşüm 3 Kimlik Arayışları 2 Siber Dolandırıcılık 2

Eski Gönderiler

  • Merhametten Doğan Hürriyetin İsyanı
  • Kıskançlığın Gürültüsü, Sükûtun Birliği, Hakikatin Sessiz Yankısı
  • Resmî Kayıtlara Geçmeyen Servet
  • İlahi Adaletin Terazisi ve Vahdetin Işığı
  • Secdeyle Dirilen Medeniyet: Kudüs’ün Sessiz Çağrısı
  • İhlâsın Eşiğinde Bir Bayram: Kalpten Kalbe Kurulan Medeniyet
  • Giriş yap