İnsanlık tarihi boyunca, akıl ve bilimin zaferi, insanın kendi varoluşuna dair güvenli bir çerçeve oluşturmasına katkıda bulunmuştur. Ancak bu zafer, paradoksal olarak, insanı doğanın sırlarına daha derinlemesine nüfuz ettikçe, başka bir belirsizliğin içine sürüklemiştir. Bu belirsizlik, modern dünyada akıl ve bilimin oluşturduğu ‘kesinlikler cennetinin’ yitirilmesiyle başlamış, insanı bir nevi “cennetten kovulma” durumuna düşürmüştür.
Bu durum, sadece bilimsel söylemin sınırlarıyla değil, aynı zamanda insan zihninin derinliklerinde yatan akıldışılık ile de ilgilidir. Akılcılığın sıkı disiplininden kaçan bu akıldışılık, belirsizliğin karanlık sularında kendini yeniden bulmuş ve modern bilinçteki çatlağı daha da derinleştirmiştir. Bu çatlak, sadece felsefi ya da bilimsel bir mesele değil, insanın varoluşsal bir krizi olarak da değerlendirilmelidir. Belirsizlik, bugün modern bilincin üzerinde kara bir bulut gibi asılı duruyor; onunla yüzleşmek, insanın bu krizden çıkış yolu bulmasını sağlayabilir mi?
Günümüz insanı, belirsizliğin bu geri dönüşü karşısında büyük bir şaşkınlık yaşıyor. Modern dünyada belirsizlikle savaşma çabası, aslında bu akıldışılık ve aşkınlık arayışının bir yan ürünü değil mi? Bilim ve teknoloji, her ne kadar bize somut ve ölçülebilir bir dünya sunmaya çalışsa da, bu çabanın derinlerinde yatan bir boşluk var. Bu boşluk, insanın kendine, doğaya ve evrene dair kesinlik arayışının sonuçsuz kalmasıyla daha da belirgin hale geliyor.
İnsan, aşkınlık düşüncesiyle kendini çevrelemiş bir varlıktı. Bu düşünce, ona sadece evrenin sırlarını değil, aynı zamanda kendi iç dünyasının da derinliklerini anlamada bir rehber olmuştu. Ancak modern dünyada, aşkınlık yerini bilimsel kesinliklere bırakmış gibi görünüyor. Fakat bu kesinlikler, insanı tam anlamıyla tatmin edememiş, aksine, daha büyük bir belirsizlik ve akıldışılığın geri dönüşüne kapı aralamıştır.
Belirsizlik, insanı cennetten kovulmuş gibi hissettiren bir kavramdır. Akıldışılığın geri dönüşü, modern bilinçteki çatlağı derinleştiren ve aşkınlık düşüncesinin yokluğunu daha da belirgin hale getiren bir süreçtir. Bu süreç, sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel bir krize de işaret eder. Modern dünya, belirsizlikle savaş veriyor; fakat bu savaşın galibi kim olacak?
Modern insanın cennetini kaybettiğini söylemek mümkündür. Bu cennetin kaybı, sadece bir akılcılık ve bilim zaferiyle değil, aynı zamanda aşkınlık ve kesinlik arayışının da bir yenilgisi olarak görülebilir. İnsan, belirsizliğin karanlık sularında kaybolmuş gibi hissediyor; fakat belki de bu kaybolmuşluk, ona yeni bir varoluş yolu bulma şansı verebilir.