nuri gür
  • Ruzname
      • eda ba
      • ads jr
  • Duhul Et
    • Ruzname
    • Makalat
      • Ayrılık Feryadı
      • Gölgedeki Güç
      • Kendi Olmak
      • Para Ve Politika
  1. Buradasınız:  
  2. Anasayfa
  3. Ruzname

Ruzname

Düşüncenin Özgürlüğü, Evrimi ve Toplumsal Dönüşüm

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 19 Mart 2025
Görüntüleme: 420
  • Düşünce
  • Özgürlük
  • Hakikat
  • Toplum
  • Evrim

İnsan düşüncesi, çağlar boyunca değişen, dönüşen ve kendini sürekli yeniden inşa eden bir akışın içinde var olmuştur. Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen fikirler, medeniyetleri şekillendirmiş, toplumların yönünü belirlemiş ve insanın varoluşunu anlamlandırmasına aracılık etmiştir.  Ancak bu akış içinde kimi zaman düşüncenin kendisi bir pranga haline gelmiş, insanı özgürleştirmesi gereken fikirler, onu bir kalıba hapseden araçlara dönüşmüştür. Entelektüel dünyada var olmak isteyen insan, bir noktadan sonra sadece düşünmenin yeterli olmadığını, düşüncenin hangi kaynaktan beslendiğinin, nasıl şekillendirildiğinin ve neye hizmet ettiğinin de önemli olduğunu fark eder. Düşünceyi sadece bir bilgi birikimi olarak görmek, onun özündeki dinamizmi ve dönüşme yetisini göz ardı etmek anlamına gelir. Zira düşünce, yalnızca öğrenmekten ibaret değildir; aynı zamanda eleştirel bir bakış açısına sahip olmayı, sorgulamayı ve gerektiğinde kabul edilen doğrulara karşı yeni yollar açmayı gerektirir.

Düşüncenin akışkan ve özgür yapısı, kimi zaman toplumlar tarafından tehdit olarak algılanmış, sistemler ve ideolojiler tarafından kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Bir fikrin savunucusu olmak, çoğu zaman onu mutlak bir doğruya dönüştürme çabasıyla birlikte gelir. Bu da düşünceyi canlı bir organizma olmaktan çıkarıp katılaşmış, sorgulanamaz dogmalara dönüştürme riskini doğurur. Oysa hakikat, tek bir görüşe indirgenemez, tek bir ideolojinin sınırları içine hapsedilemez. Bir fikrin değerli olması, onun insanı ve toplumu ileriye taşıyıp taşımadığıyla ölçülmelidir. Eğer düşünce, insanı köreltiyor, onu tek bir pencereden bakmaya zorluyor ve farklı perspektifleri reddediyorsa, o artık bir bilgi kaynağı olmaktan çıkıp bir inanç sistemine dönüşmüş demektir.

Devamını oku: Düşüncenin Özgürlüğü, Evrimi ve Toplumsal Dönüşüm

Zamanın Kuyumcusu

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 16 Mart 2025
Görüntüleme: 529
  • Zaman
  • Dönüşüm
  • Sabır
  • Şükür
  • Kader

Zaman, görünmeyen bir ustanın ellerinde şekillenen ince bir sanat eseridir. Hiç kimse bir taşın yıllar içinde nasıl pürüzsüzleştiğini an be an gözlemleyemez; ancak rüzgârın ve suyun sabrı, sonunda en sert kayayı bile yontar. İnsan hayatı da böyledir. Doğduğumuz anda elimizde bir kâğıt yoktur, hiçbir şey yazılı değildir. Ama yaşam, kendi kalemiyle kaderimizi şekillendirirken, biz çoğu zaman bu yazıya direnç gösteririz. Kimimiz sabırla bekler, kimimiz isyan eder, kimimizse akışın içinde kaybolur. Sabır, şükür ve kader; birbirine sıkıca bağlı, ama çoğu zaman kavranması en zor olan kavramlardır.

Sabır, gözle görülmeyen bir kuyumcu gibi insanı işleyerek dönüştürür. Ama bu işlenme süreci kolay değildir. Çünkü sabır, yalnızca durup bekleyiş değildir; içinde derin anlamlar barındıran aktif bir direniştir. Bir çocuğun büyüyebilmesi için yıllar gerekir, ama bu yıllar boyunca beden sadece şekil almaz; ruh da acılarla, kayıplarla, sevinçlerle, umutlarla yoğrulur. Sabır, sadece beklemek değil, bekleyiş sırasında dönüşebilmektir. Zamanın bize sunduğu şekillenme sürecini kabullenmeden sabırdan söz etmek mümkün müdür? Eğer bir dağ, yüzyıllar boyunca rüzgâr tarafından aşındırıldığını anlamıyorsa, ona “sabırlı” diyebilir miyiz? İşte insan da böyle bir sınavdan geçer; bazen sürecin farkına varır, bazen de kendini bu akışın içinde kaybeder.

Devamını oku: Zamanın Kuyumcusu

İnsanlığın Küllerinden Doğuşu

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 14 Mart 2025
Görüntüleme: 397
  • Doğa
  • Tarih
  • Dönüşüm
  • Felsefe
  • İnsanlık

Bütün başlangıçlar, sonsuz bir boşluğun içinde yankılanan sessiz bir çığlıktır; gök ile yerin birbirine dokunmadığı, sadece varlığın ihtimal olarak süzüldüğü, zamanın bile kendisini bilmediği o ilk anlarda. İnsanlık, bu boşluktan çıkarken ayaklarının altında sertleşen toprağı hissetti, yüzünü yıkayan suyun serinliğini fark etti, ateşin içini ısıtan kudretini tanıdı ve rüzgârın onu sürükleyebileceği yerleri düşündü. Bu dört unsur, insanın yolculuğunun haritasını çizdi ve her bir çağ, bu haritanın bir köşesine derin bir iz bıraktı. Ancak, gerçek mesele, insanın nereden gelip nereye gittiği değil, geçtiği yolların ona ne öğrettiğidir. Zira her uygarlık, kendi kıyametini kendi elleriyle hazırlar ve küllerinden yeniden doğmayı ancak düşmemeyi öğrendiği zaman başarır.

Yeryüzü, ilk günahın yaslandığı bir sırt gibi, insanı sonsuz bir sürgüne yolladı. Bu sürgün, sadece bir mekândan diğerine değil, insanın kendi içindeki en derin korkulara doğru da bir yolculuktu. Toprak, insanın bağlandığı, kök saldığı, üzerinde yükseldiği ilk maddeydi. Toprak, düşüşün ve aynı zamanda yükselişin de başlangıcıydı. İnsan, toprağa kök saldıkça bilgeliğini artırdı, suya dokundukça yolunu çizdi, ateşe hükmettikçe gücünü tanıdı ve rüzgârla birlikte bilinmezliklere savruldukça keşfetmeyi öğrendi. Ancak, bu keşiflerin içinde kaybolan, yönünü bulan, kendisini unutan ve yeniden hatırlayan hep aynı varlıktı: İnsan.

Devamını oku: İnsanlığın Küllerinden Doğuşu

Dirilişin Sancısı ve Meydan Okuma

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 13 Mart 2025
Görüntüleme: 356
  • Özgürlük
  • Diriliş
  • Hakikat
  • Mücadele
  • Zihniyet

İnsan, akıl ve ruh arasında gidip gelen bir varlıktır. Bir yanda sınırsız ihtirasları, arzuları, dünyayı şekillendirme ve onu kendi hâkimiyetine alma isteği; diğer yanda hakikatin sükûneti, aşkın ve hikmetin çağrısı vardır. İşte bu iki kutup arasında, varoluşunun anlamını arayan insan, bazen yücelerin doruğuna çıkarken bazen de benliğinin zindanlarına hapsolur. Bu, yalnızca ferdi bir serüven değil, insanlık tarihinin de temel çatışmasıdır. Hakikatin peşine düşen her ruh, hem iç hem de dış dünyada bir savaş vermek zorundadır. Bu savaş, yalnızca maddi dünyaya karşı değil, insanın kendi zaaflarına, korkularına, tembelliğine, teslimiyetine karşı da verilir. Ve bu savaşta kazananlar, yalnızca kılıçlarını keskinleştirenler değil, ruhlarını da diriltmeyi başaranlardır.

Gerçek bir diriliş, geçmişin hatalarından ders almayı, geleceğin ihtişamını inşa etmeyi gerektirir. Ancak bu inşa süreci, basit bir mekân değiştirmek ya da fiziki şartları iyileştirmek değildir. Aksine, her insanın ruhunda başlayan bir devrimdir. Kendi benliğini yıkıp yeniden kurmayan, alışkanlıklarının esiri olmaktan kurtulamayan, öfkesini, heveslerini ve hırslarını dizginleyemeyen bir toplum, asla gerçek anlamda dirilemez. Bu yüzden diriliş, içten dışa, insandan topluma, ruhtan maddeye doğru uzanan bir harekettir. Bu hareket, sabır gerektirir. Çünkü her büyük değişim, sancılarla doğar. Ve bu sancıyı çekenler, onun değerini bilirler.

Devamını oku: Dirilişin Sancısı ve Meydan Okuma

Hakikatin Peşinde

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 12 Mart 2025
Görüntüleme: 355
  • Özgürlük
  • Sanat
  • Hakikat
  • Felsefe
  • Toplum

Bilinç, kendi ağırlığını taşımakta zorlanan bir yük gibi zihnimizde yankılanırken, insanın içine düştüğü bunalım, kendi gerçekliğiyle hesaplaşamamanın cezası olarak derinleşir. Her çağın kendine has krizleri, hakikatin sisler arasında kaybolmasına sebep olurken, insan zihni sürekli olarak bu sis perdesini aralamaya çalışır. Fakat bazen, hakikatin aydınlığı gözleri kamaştıracak kadar şiddetli olduğunda, insanlar gerçeğin karşısında gözlerini kapamayı tercih ederler.

Bunalımın kaynağı yalnızca insanın iç dünyasında mı saklıdır, yoksa dış dünyada kurulan sahte gerçeklikler mi insanı iç dünyasında bir çöküşe sürükler? İnsanlık tarihi boyunca o, anlam arayışında sürekli olarak bir çatışmanın içine düşmüştür. Bu çatışma, ruhun en derinlerinde yankılanan bir savaşın tezahürü gibidir.

Devamını oku: Hakikatin Peşinde

İslam'ın Dirilişi ve Çağrısı

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 11 Mart 2025
Görüntüleme: 321
  • Düşünce
  • Diriliş
  • İnanç
  • Sanat
  • Aksiyon

İnsanlık tarihi, medeniyetlerin doğuşu, yükselişi ve çöküşüyle şekillenmiş, her yıkımın ardından yeni bir diriliş doğmuştur. Bir medeniyet, düşüncede, inançta, sanatta ve aksiyonda köklü bir dönüşüm geçirmedikçe, gerçekten dirilmiş sayılmaz. Tarihin farklı dönemlerinde, yıkımın eşiğine gelen toplumlar, yeni bir bilinçle uyanarak yeniden inşa sürecine girmişlerdir. Ancak bu diriliş, sadece fiziki yapıların yeniden inşasıyla sınırlı kalmaz; esas olan, zihniyetin, ruhun ve ahlakın yeniden şekillenmesidir.

Bugün, bu bilinçle hareket etme zamanı gelmiştir. Dünya sahnesinde belirsizliklerin arttığı, düşüncenin köreldiği, inancın zayıfladığı, sanatın anlamını yitirdiği ve aksiyonun amaçsızlaştığı bir dönemde, köklü bir silkinişe duyulan ihtiyaç her zamankinden daha fazladır. Diriliş, basit bir yeniden yapılanma değildir; bilakis, geçmişin tortularını temizleyerek, yeni bir anlayışla geleceği inşa etmektir. Şimdi, derin bir sorgulama yaparak, hangi aşamada bulunduğumuzu ve nasıl bir yol izlememiz gerektiğini ortaya koymanın vaktidir.

Devamını oku: İslam'ın Dirilişi ve Çağrısı

Varoluşun Kilidini Açan Anahtar

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 10 Mart 2025
Görüntüleme: 284
  • Özgürlük
  • Anlam Arayışı
  • Bağ Kurma
  • Üretkenlik
  • Acı ve Dönüşüm

Yaşamın en büyük bilmecesi, insanın kendini hangi anlam çerçevesinde var ettiğidir. İnsan, sadece hayatta kalmak için yaşamaz; onun ruhunda, varlığının nedenini keşfetme arzusu vardır. Bu arayış, bazen bir çöl gibi kavurucu ve sert, bazen de bir okyanus gibi derin ve sonsuzdur. Fakat anlam, ne tek bir kaynaktan beslenir ne de herkes için aynı şekilde açığa çıkar. Anlam, bireyin kendi bilinciyle şekillenir, çevresindeki dünyayla etkileşime girerek zenginleşir ve zaman içinde yeni formlara bürünür. 

Düşünün ki, bir sabah uyandığınızda her şey anlamsızlaşmış olsun. Bildiğiniz tüm doğrular yıkılmış, inandığınız tüm değerler kaybolmuş, geleceğe dair beslediğiniz umutlar buharlaşmış olsun. İnsan böyle bir boşlukta ne yapar? Çoğu kişi, bir hedefe ulaşmaya odaklanarak yaşadığını düşünse de, gerçek motivasyonun temelinde anlam arayışı yatar. İnsan, yaşamı boyunca anlamı keşfetmeye çalışır, bazen yanlış yollara sapar, bazen de büyük aydınlanmalar yaşar. Bu keşif yolculuğu, yalnızca bireysel değil, aynı zamanda toplumsal ve tarihsel bir süreçtir.

Devamını oku: Varoluşun Kilidini Açan Anahtar

Özgürlüğün Yalnızlığı ve Varoluşsal Kaygı

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 08 Mart 2025
Görüntüleme: 285
  • Özgürlük ve Sorumluluk
  • Bilinç ve Farkındalık
  • Toplumsal Normlar ve Bireysellik
  • Zihinsel Engeller ve Korkular
  • Özgürlüğün Bedeli ve Mücadelesi

Derin bir gecenin içinde, gökyüzünde dağılmış yıldızların titreşimi gibi insan zihninin içinde de sayısız düşünce kıvılcımı belirir. Özgürlük, ölüm, yalnızlık ve anlam arayışı… Bunlar sadece felsefi sorular değil, her insanın derinliklerinde hissettiği, bazen kaçtığı, bazen yüzleşmekten korktuğu gerçeklerdir. İnsan, özgürlüğü arzularken aynı zamanda ondan korkar; çünkü özgürlük, bir tercihin ağırlığını omuzlara yükler, sorumluluk getirir ve bilinmezliği beraberinde taşır. Ölüm, varlığın sonu mu yoksa yeni bir başlangıcın habercisi mi? Özgürlük, kurtuluş mu yoksa kayboluş mu? Anlam, insanın kendisinin yarattığı bir illüzyon mu yoksa evrenin özüne kazınmış bir gerçek mi? 

Her insan hayatının bir noktasında bu sorularla yüzleşmek zorunda kalır. Çünkü var olmak, kaçınılmaz olarak anlam ve anlamsızlık arasında salınan bir dengeyi korumaya çalışmak demektir. Özgürlüğün verdiği kaygı, yalnızlığın getirdiği sessizlik, ölümün yarattığı bilinmezlik ve anlamın değişkenliği, bireyin zihninde çatışmalar yaratır. Bu çatışmalar, insanı bazen derin bir boşluğa sürükler, bazen de onu yaratıcı bir keşif yolculuğuna çıkarır. İnsan, anlam arayışında ne kadar ileri gidebilir? Özgürlüğü ne kadar taşıyabilir? Ölüm düşüncesiyle nasıl başa çıkabilir?

Devamını oku: Özgürlüğün Yalnızlığı ve Varoluşsal Kaygı

Sayfa 2 / 4

  • 1
  • 2
  • 3
  • 4

Ana Menü

  • nurigür

Giriş Formu

  • Şifrenizi mi unuttunuz?
  • Kullanıcı adınızı mı unuttunuz?
  • Bir hesap oluşturun
  • Tevhidin Gölgesinde Merkeze Dönüş

    Günlerin ardı sıra yığıldığı bir çağda yaşıyorum; takvim yaprakları değil de sanki yıldızlar düşüyor gökyüzünden, her biri bir hakikati söndürerek. Zaman dediğimiz şey, artık içinde yön barındırmayan dev bir döngüye dönüştü; merkezini kaybetmiş bir çark gibi dönüyor, fakat nereye döndüğünü bilen yok. Eskiden zamanın kutsallığı vardı; bir doğuşun, bir ölüşün, bir dirilişin ritmiyle yoğrulurdu insan. Şimdi ise saatler yalnızca üretim periyotlarını, tüketim kampanyalarını ve sinir krizi aralıklarını ölçen metalik bir tanrı gibi. Bense bu anlamsız ritmin ortasında hâlâ bir merkezin varlığını hissediyor, kaybolmuşun izini süren bir seyyah gibi geçmişin kozmik ahengini kulaklarımda duymaya çalışıyorum.

    Bir zamanlar gökyüzü yalnızca astronomik bir veri kümesi değildi; yıldızlar, göç eden ruhlar gibi semayı geçerken hikmetin harflerini yazardı. Kozmosun matematiği, zihnin değil, kalbin sezgisiyle okunurdu. Fakat sonra biri çıkıp dedi ki: “Dünya dönüyor.” O sözle birlikte yalnızca yeryüzü değil, düşünce de döndü. Artık gök değil, göz egemendi; sezgi değil, hesap belirleyiciydi. Evrenin merkezinde duran kutsal dünya fikri, o cümleyle birlikte yerle bir oldu. O an, insanlık kendi eksenini de kaybetti. Kopernik yalnızca astronomiyle değil, hakikatle ilgili bir kırılma başlatmıştı. Bu kırılma, zamanla merkezî olan her şeyi değersizleştiren bir seküler depreme dönüştü. Artık ne Tanrı göklerin tepesindeydi, ne insan kendini kainatın anlam halkası içinde hissediyordu.

    Devamını oku: Tevhidin Gölgesinde Merkeze Dönüş

  • Kadının İnsanlığın Temel Taşı Oluşu

    İnsanlık tarihi boyunca kadın, yalnızca biyolojik bir varlık olarak değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel düzenin temel taşı olarak varlık göstermiştir. Doğanın bir parçası gibi görülen kadın, aynı zamanda bilincin, üretimin ve medeniyetin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Ancak, tarih boyunca kadının bu konumu her zaman hakkıyla teslim edilmemiş, çoğu zaman bastırılmış, sınırlandırılmış veya göz ardı edilmiştir. Hak ettiği saygıyı ve değeri bulamadığı dönemler, toplumların da gerilediği, insanlığın eksik kaldığı dönemler olmuştur.

    Kadının toplumdaki rolü tarihsel olarak farklı kültürlerde değişkenlik göstermiş, bazı medeniyetlerde kadın bir güç ve otorite figürü olarak görülürken, bazılarında yalnızca itaat eden bir varlık olarak değerlendirilmiştir. Fakat insanın değeri, cinsiyetle ölçülemez. Kadın ve erkek, insanlık çatısının iki eşit sütunu olarak varlık gösterir. Bu eşitlik, yalnızca biyolojik değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve hukuki bir eşitliktir. Bir toplumun gerçek anlamda kalkınması, kadın ve erkeğin bir arada, hak ve sorumluluk bakımından eşit koşullarda yaşaması ile mümkündür.

    Devamını oku: Kadının İnsanlığın Temel Taşı Oluşu

  • Kırılgan Demokrasi

    Dünyanın siyasi sahnesinde yankılanan en büyük trajediler, genellikle öncesinde sessiz bir fısıltıyla başlar. Almanya’da aşırı sağın yükselişi, sadece bir ülkenin değil, bir kıtanın, hatta belki de bir medeniyetin derinlerde yatan fay hatlarını harekete geçiren bir sarsıntıdır. Geçmişin gölgeleri, 1930’ların karanlık dehlizlerinden süzülerek bugünün Avrupa’sına ulaşmış, rüzgarın yönünü değiştirerek küresel demokratik düzenin kırılganlığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Ancak, bu dalganın Türkiye’ye ulaşmayacağını düşünmek, gemisini fırtınada rotasız bırakmış bir kaptanın saflığına benzer. Türkiye’nin tarihinde, kimlik ve ideoloji üzerinden şekillenen gerilimler, Avrupa’daki dönüşümlerin bir yansıması olmaktan çok, onunla iç içe geçmiş bir hikâyenin parçasıdır. Demokrasi, burada da bir avuç toprağa ekilen narin bir tohum gibi, bazen büyümeye yüz tutmuş, bazen sert rüzgârlarla savrulmuş, ama hiçbir zaman köklerini tamamen kaybetmemiştir.

    Ancak, demokrasinin yalnızca seçim sandığında belirlenen bir ritüelden ibaret olmadığı gerçeği, çoğu zaman göz ardı edilmiştir. Oysa özgürlük, sadece oy pusulasına işaretlenen bir tercih değil, bireyin günlük yaşamında hissettiği, soluduğu, varlığına içkin bir hakikat olmalıdır. Almanya’daki aşırı sağın yükselişinin temelinde, ekonomik belirsizliklerin, kimlik krizlerinin ve küreselleşmenin doğurduğu güvensizliğin yattığını söyleyen siyaset bilimciler, aslında tüm bu parametrelerin Türkiye’de de benzer şekilde var olduğunu göz ardı edemezler. Büyük şehirlerin caddelerinde yankılanan huzursuzluk, kırsal kesimlerde fısıldanan gelecek kaygısı ve medya üzerinden inşa edilen korku politikaları, demokrasinin ruhunu adeta bir paslı çivi gibi sabitlemekte, hareket alanını daraltmaktadır. Bugün Avrupa’da yükselen milliyetçi dalga, Türkiye’de de kendi yankısını bulmuş, sokaklarda, kahvehanelerde, sosyal medya platformlarında dillendirilen en temel söylemler haline gelmiştir. Sınırlar kapatılmalı, kültürel saflık korunmalı, geçmişin görkemi yeniden inşa edilmelidir. Ancak bu retorik, bir halkın geleceğini kurma idealinden çok, onu geçmişin hatalarına zincirleme arzusunu barındırmaktadır.

    Devamını oku: Kırılgan Demokrasi

Popüler Etiketler

Düşünce 7 Özgürlük 6 Doğa 4 Diriliş 4 Hakikat 4 Dönüşüm 3 Kimlik Arayışları 2 Siber Dolandırıcılık 2

Eski Gönderiler

  • Merhametten Doğan Hürriyetin İsyanı
  • Kıskançlığın Gürültüsü, Sükûtun Birliği, Hakikatin Sessiz Yankısı
  • Resmî Kayıtlara Geçmeyen Servet
  • İlahi Adaletin Terazisi ve Vahdetin Işığı
  • Secdeyle Dirilen Medeniyet: Kudüs’ün Sessiz Çağrısı
  • İhlâsın Eşiğinde Bir Bayram: Kalpten Kalbe Kurulan Medeniyet
  • Giriş yap