Toplumların varlıklarını sürdürebilmeleri için sahip oldukları en önemli yapı taşı, birliktir. Bu birlik; yalnızca bir arada yaşamanın sağladığı fiziki bir yakınlık değil, ortak değerler etrafında toplanabilme yetisidir. Bir toplumu toplum yapan, aynı düşünceyi paylaşmasalar bile, bireylerin birbirlerine ve ait oldukları topluma karşı taşıdıkları sorumluluk duygusudur. Ancak bu duygunun zayıfladığı, güvenin ve karşılıklı saygının yok olmaya yüz tuttuğu an, toplumun temelleri sarsılmaya başlar. Tıpkı bir dinamitin, binanın altına yerleştirilmesi gibi. Patlama gecikse bile, infilak kaçınılmazdır.
İslâmî değerler, toplumsal yapının manevi harcıdır. Bu değerler, bir toplumu bir arada tutan, ona kimlik kazandıran, sosyal ve ahlaki düzeni sağlayan unsurlar arasında yer alır. Ne var ki, bu değerler üzerinden toplumda kaos yaratmaya çalışanlar da her zaman olacaktır. Bugün karşımıza çıkan en büyük tehlike, İslâmî değerlerin yalnızca bireyler arasındaki ilişkileri düzenleyen bir sistem olmaktan çıkarılıp, toplumu bölme aracı olarak kullanılmaya çalışılmasıdır. Bu tür girişimler, toplumun birliğini dinamitleyen unsurların başında gelir. İslâm’ın barış, kardeşlik ve adalet mesajları açıkken, bu mesajların tersine çevrilmesi, kaos yaratmak isteyenlerin en sık başvurduğu yöntemdir.
Kaos ve infial, toplumların ortak geleceğine yönelik en büyük tehditlerdir. Bu iki kavram, toplumu bir arada tutan bağları zayıflatır, kargaşaya sebep olur ve en sonunda düzenin çökmesine yol açar. Bir toplumun ayakta kalabilmesi, bu tür tehditlere karşı dayanıklılığı ile ölçülür. Kaos, bir toplumun en zayıf noktasını hedef alır ve oradan başlayarak toplumsal düzeni yıkmaya çalışır. İnfial ise, toplumdaki bireylerin duygusal olarak bu düzensizliğe teslim olmasıdır. Bu iki olgu, birlikte hareket ettiğinde, bir toplumun çözülmesi için en güçlü dinamit haline gelir.
Bu noktada, bireylerin ve toplumu yönetenlerin sorumluluğu devreye girer. Bir toplumda adaletin sağlanmadığı hissi yaygınlaştığında, kaosun zemini hazır hale gelir. İnsanlar adaletin sağlanmadığı durumlarda, düzenin kendisine karşı olduğuna inanarak tepkilerini ortaya koyar. Bu tepki, bireysel tepkiler olarak kalmadığında, toplumsal bir infiale dönüşür. O yüzden, adaletin en temel öncelik olduğu her daim hatırlanmalıdır. Adaletin olmadığı yerde, kaos ve kargaşa başlar.
Peki, toplumsal düzende adalet nasıl sağlanabilir? İşte burada, toplumda en çok tartışılan meselelerden biri olan idam cezası gündeme gelir. Bazıları, özellikle ağır suçlar karşısında idamın geri getirilmesi gerektiğini savunur. Bu görüş, suçun ağırlığının adaletin sertliğiyle karşılanması gerektiği düşüncesine dayanır. “O yüzden idam geri gelsin,” diyenlerin dayanak noktası da budur. Ancak bu talebin ardında, sadece bir cezalandırma yöntemi yatmaz. Aynı zamanda, toplumsal düzenin yeniden tesis edilmesi arzusu vardır. Çünkü adaletin zayıfladığı bir toplumda, kaos kaçınılmaz hale gelir.
İdam cezası, toplumda kimi zaman bir caydırıcı unsur olarak görülse de, esas mesele adaletin her durumda, her bireye eşit şekilde sağlanabilmesidir. Bir bireyin yaptığı hunharca bir eylemin topluma mal edilmesi veya bu eylemi belirli bir inanç sistemiyle bağdaştırmaya çalışmak, adaletsizliğin en tehlikeli türüdür. Böylesine hunharca bir cinayeti İslâm’a mal etmeye kalkışan herkes aşağılıktır. Bu türden girişimler, bir toplumun dinamiklerini bozmakla kalmaz, toplumsal kutuplaşmayı da körükler. Adalet duygusunun zayıfladığı bir toplumda, farklı grupların birbirini suçlaması kaçınılmazdır. Bu da toplumsal birliğin sonunu getirir.
Adaletin sağlanmadığı bir yerde, kaosun kapıları aralanır. İnsanlar kendilerini güvende hissetmediklerinde, bu güvensizlik hali bir infiale dönüşür. Toplumun birliği kaosla tehdit edilmeye başlar. Oysa adalet, yalnızca cezalandırma değildir; aynı zamanda güven ve huzur demektir. Toplumun her bireyinin kendini güvende hissetmesi, adaletin varlığıyla mümkündür. İdamın geri getirilmesi bir çözüm olabilir mi? Belki evet, belki hayır. Ancak burada önemli olan, toplumun genelinin bu cezayı bir adalet simgesi olarak görüp görmediğidir. Bir toplumda adalet, yalnızca cezalandırmayla değil, haklı ile haksızın, suçlu ile masumun doğru bir şekilde ayrılabilmesiyle sağlanır.
Bir toplumun birliği, adaletle güçlenir. Kaos ve infial, adaletin sağlanmadığı yerlerde büyür. Toplumun geleceği, adaletin varlığına bağlıdır. Bu bağlamda, toplumun her bireyi için eşit ve hakkaniyetli bir adalet sistemi kurmak, gelecekte kaos ve infialin önüne geçmenin tek yoludur. Bu sorumluluk, yalnızca devlete değil, her bireye düşer. Çünkü bir toplum, ancak her bireyin üzerine düşeni yapmasıyla güçlü kalabilir.