Gök kubbenin altında her milletin kendi hikâyesi vardır. Kimileri tarih sahnesinde gökyüzüne yükselmiş, kimileri ayakları yere basarken bile ufku görememiştir. Türkiye, son yıllarda teknoloji, savunma ve uzay alanlarında yazdığı hikâyeyi yepyeni bir boyuta taşıyor. Somali’de bir uzay limanı inşa etmek, Ay’a ulaşmayı hedeflemek ve askeri gücünü gökyüzüne taşımak, bu yeni anlatının kilit taşlarından bazıları. Ancak bu yükselişin ardında sadece teknik bir çaba değil, daha büyük bir felsefi, ekonomik ve jeopolitik dönüşüm yatıyor.
Dünya sahnesinde büyük güçler kendi alanlarını genişletirken, Türkiye’nin de yeni bir oyun kurmaya çalıştığı aşikâr. Uzay sadece bilimsel bir merakın ötesinde, stratejik, ekonomik ve askeri bir hamle alanıdır. Gökyüzüne bakarken, ayaklarımızın bastığı zeminin ne kadar sağlam olduğunu sorgulamak da gerekir. İşte bu yüzden, Türkiye’nin uzay hamlesi sadece teknolojiyle değil, toplumun genel motivasyonu, ekonomik koşullar ve küresel güç dengeleri ile birlikte ele alınmalıdır.
Bir ulusun geleceğe bakışını, sadece bilimsel projeleriyle değil, o projelere ruh veren insanlar üzerinden okumak gerekir. Türkiye’nin ilk astronotu Alper Gezeravci, “Gelecek göklerdedir” diyerek bir vizyon çizdi. Ancak bu gökyüzü gerçekten herkese açık mı? Türkiye, uzaya çıkarken kendi insan kaynağını ve toplumsal gücünü nasıl yönetiyor? Yoksa yerçekiminden kaçarken, ülkenin en parlak beyinleri başka ufuklara mı sürükleniyor?
Türkiye’nin Somali’de inşa ettiği uzay limanı, yalnızca bir fırlatma sahası değil, küresel satranç tahtasında dikkatlice yerleştirilmiş bir taş gibi görünüyor. Uzay araştırmalarında ekvatora yakın bölgeler daha verimli fırlatma noktaları sunar; bu yüzden birçok ülke, uzay limanlarını ekvatora yakın yerlere kurar. Ancak burada yalnızca coğrafi avantajlar değil, Türkiye’nin Afrika ile kurduğu ekonomik ve siyasi bağlar da devreye giriyor.
Somali, Türkiye’nin Afrika’daki en güçlü ortaklarından biri. Türk şirketleri, bu ülkede altyapıdan eğitime, güvenlikten sağlık sektörüne kadar birçok alanda faaliyet gösteriyor. Uzay limanı, sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda Afrika’nın da uzaya açılan kapısı olabilir. Ancak burada bir soru beliriyor: Bu proje sürdürülebilir mi? Türkiye’nin ekonomik kaynakları, böylesine büyük çaplı bir projeyi finanse etmeye yeterli mi?
Daha da önemlisi, Somali’deki uzay limanı aynı zamanda bir askeri test sahası olarak da düşünülüyor. Uzaya çıkış noktası gibi görünen bu tesis, aslında Türkiye’nin savunma sanayisini daha da güçlendirmesi için bir araç mı? Eğer öyleyse, bu hamlenin uluslararası yansımaları nasıl olacak? Türkiye’nin Batı ile gerilimi artırabilecek adımları, bölgesel dengeleri nasıl etkileyecek?
Türkiye’nin uzay programı, 2018’de kurulan Türkiye Uzay Ajansı (TUA) ile hız kazandı. 2021’de açıklanan on yıllık plan, yerli uydular ve bir Ay misyonu gibi büyük hedefleri içeriyordu. Ancak bu planın gerçekçiliği sıkça tartışma konusu oldu. Uzay araştırmaları büyük finansal yatırımlar gerektirir ve Türkiye’nin şu anki ekonomik durumu göz önüne alındığında, bu projelerin sürdürülebilir olup olmadığı merak konusu.
Dünyada uzay alanında lider ülkeler, milyarlarca dolarlık bütçelerle çalışıyor. Türkiye’nin uzay araştırmalarına ayırdığı bütçe ise 2025 itibarıyla sadece 140 milyon dolar. Elbette bu rakam, 2013’teki 4.7 milyon dolarlık bütçeye kıyasla büyük bir artış gösteriyor, ancak hâlâ küresel rakiplerle yarışacak seviyede değil. Örneğin, NASA’nın 2024 bütçesi 27 milyar doların üzerinde. Bu karşılaştırma, Türkiye’nin uzay alanında büyük hedefler belirlerken, bu hedeflerin ekonomik gerçeklikle nasıl örtüştüğünü sorgulamamıza neden oluyor.
Buna rağmen, Türkiye’nin özellikle uydu teknolojileri ve savunma sanayisinde kaydettiği ilerlemeler göz ardı edilemez. Baykar’ın ürettiği insansız hava araçları (İHA) ve Fergani Space’in başlattığı uydu projeleri, Türkiye’nin uzay tabanlı iletişim ve savunma teknolojilerinde güçlü bir oyuncu olabileceğini gösteriyor. Burada kritik soru şu: Türkiye, uzay teknolojisini sivil bir gelişim aracı olarak mı yoksa askeri gücünü artıracak bir unsur olarak mı kullanacak?
Uzay yarışına giren her ülke için en büyük zenginlik, finansal kaynaklardan önce insan kaynağıdır. Ancak Türkiye’nin teknoloji ve bilim alanındaki en büyük sorunlarından biri, yetenekli mühendis ve bilim insanlarının yurtdışına göç etmesi.
Son yıllarda birçok yetenekli Türk mühendis, daha iyi maaşlar ve çalışma koşulları nedeniyle Avrupa, ABD ve hatta Körfez ülkelerine göç etti. Uzay sanayisi gibi yüksek teknoloji gerektiren sektörlerde, en önemli unsur yetenekli bilim insanlarını ülkede tutabilmektir. Ancak Türkiye, uzaya yatırım yaparken, kendi beyin gücünü nasıl yöneteceğine dair net bir politika ortaya koymuş değil.
Eğer Türkiye, genç mühendislerini ve bilim insanlarını yurtdışına kaptırmaya devam ederse, uzay projeleri sürdürülebilir olmaz. Teknoloji ve bilgi, insan kaynağına dayanır ve bu kaynağı kaybeden ülkeler, uzun vadede dışa bağımlı hale gelir. Peki, Türkiye genç beyinlerini ülkesinde tutabilmek için ne yapmalı? Yüksek maaşlar mı, daha iyi akademik imkânlar mı, yoksa yeni nesil için bir vizyon mu?
Tarihte büyük devletler, yalnızca askeri veya ekonomik güçleriyle değil, aynı zamanda sahip oldukları vizyonla şekillendi. 20. Yüzyılın ortalarında ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki uzay yarışı, yalnızca teknolojik bir mücadele değildi; aynı zamanda ideolojik bir güç gösterisiydi. Bugün de uzay, büyük güçlerin küresel prestijlerini artırma sahası olmaya devam ediyor.
Türkiye’nin uzay hamleleri de büyük ölçüde bir prestij meselesi olarak görülüyor. İlk astronot Alper Gezeravci’nin “Gelecek göklerdedir” sözü, bu prestiji ve ulusal gururu pekiştirmeyi amaçlıyor. Ancak burada asıl soru şu: Türkiye’nin uzay projeleri, gerçekten bilimsel ve teknolojik ilerleme için mi, yoksa siyasi bir vitrin olarak mı kullanılıyor?
Bir ülkenin bilimde ve teknolojide ilerlemesi için, uzay projelerinin yalnızca hükümet politikası olmaktan çıkıp, akademi, özel sektör ve toplumsal destekle bütünleşmesi gerekir. NASA, ESA (Avrupa Uzay Ajansı) veya SpaceX gibi kurumlar, yalnızca devlet desteğiyle değil, geniş bir bilim insanı ve mühendis ekosisteminin katılımıyla başarılı oldu. Türkiye’nin uzay programının uzun vadeli başarısı da ancak geniş katılımlı bir ekosistem oluşturabilmesine bağlı.
Somali’deki uzay limanı, askeri test sahaları, yeni uydu sistemleri ve Ay hedefi... Tüm bunlar, Türkiye’yi küresel güçler arasına sokacak mı? Yoksa kısa vadeli bir prestij projesi olarak kalıp, zamanla ekonomik krizlerin gölgesinde mi kaybolacak?
Uzay araştırmaları, yalnızca bilimsel bir çaba değildir. Aynı zamanda uluslararası ittifaklar ve stratejik ortaklıklar gerektirir. Türkiye, uzay projelerinde Batı ve Doğu arasında dengeli bir diplomasi izlemeye çalışıyor.
Bir yanda, NATO üyesi ve Batılı ülkelerle müttefik olan Türkiye, diğer yanda ise Çin ve Rusya gibi alternatif güçlerle iş birliğini artırıyor. Türkiye’nin Uluslararası Ay Araştırma İstasyonu’na (Çin-Rusya ortaklığına) katılmak için başvuruda bulunması, Batı ile gerilimi artırabilecek bir hamle olarak görülüyor.
ABD’nin Artemis programı, Batı’nın uzayda güç gösterisini temsil ederken, Çin ve Rusya’nın Ay projeleri farklı bir blok oluşturuyor. Türkiye, bu denklemin tam ortasında bir oyuncu olarak konumlanıyor. Ancak burada kritik bir soru var: Türkiye, hangi tarafın gerçek bir parçası olacak? Batı’nın teknolojik altyapısından mı faydalanacak, yoksa Doğu ile alternatif bir uzay yolu mu izleyecek?
Bu tür diplomatik tercihler, yalnızca uzay politikalarını değil, Türkiye’nin genel jeopolitik konumunu da etkileyecek. Eğer Türkiye, Çin ve Rusya ile uzay iş birliğini artırırsa, ABD ve Avrupa ile olan ilişkilerinde yeni gerilimler yaşanabilir. Öte yandan, Batı’nın uzay projelerinde yer almayı tercih ederse, bağımsız hareket etme şansı azalabilir.
Bu dengeyi nasıl kuracağı, Türkiye’nin uzay programının yönünü belirleyecek en önemli faktörlerden biri olacak.
Uzay projeleri sadece devlet politikaları ile şekillenmez. Bir toplumun bu tür projelere nasıl baktığı, onların gelecekte ne kadar başarılı olacağını belirler. Türkiye’de uzay projeleri, toplumda büyük bir ilgiyle karşılanırken, bazı çevrelerde eleştiriler de alıyor.
Özellikle ekonomik sıkıntılar yaşayan kesimler, “Ay’a gitmek yerine halkın refahını artıracak projelere yönelinmeli” görüşünü savunuyor. Diğer yandan, genç nesiller arasında uzay projeleri büyük bir heyecan yaratıyor. Bu tür projeler, STEM (bilim, teknoloji, mühendislik, matematik) alanlarında eğitim gören gençler için ilham kaynağı olabilir.
Ancak burada kritik bir sorun var: Türkiye’de bilim ve teknolojiye gerçekten değer veriliyor mu? Uzay projeleri yalnızca birkaç devlet destekli kurumun çabasıyla mı sınırlı kalacak, yoksa gençlerin bu alanda özgürce ilerleyebileceği bir ekosistem mi oluşturulacak?
Eğer uzay projeleri sadece siyasi bir şov olarak görülürse, uzun vadede halkın ilgisini kaybetmesi kaçınılmaz olur. Ancak gerçekten bilimsel bir altyapı oluşturulursa, Türkiye’nin uzaydaki geleceği parlak olabilir.
Türkiye’nin uzay yolculuğu, yalnızca teknik bir ilerleme meselesi değil, aynı zamanda bir kimlik ve vizyon arayışıdır. Gök kubbeye uzanan her roket, yalnızca teknolojik bir fırlatma değil, aynı zamanda bir ulusun kendi potansiyeline olan inancının bir göstergesidir. Ancak bu yolculuğun başarılı olması için sadece “uzaya çıkmak” değil, aynı zamanda orada nasıl bir yer edinileceğini de iyi planlamak gerekir.
Bugün Türkiye, Somali’deki uzay limanı, uydu projeleri, insansız hava araçlarıyla entegre uzay sistemleri ve Ay misyonu gibi büyük hedeflerle küresel arenada adından söz ettiriyor. Ancak bu projelerin sürdürülebilir olup olmadığı en kritik sorudur.
Uzay, yalnızca güçlü devletlerin oynayabileceği bir oyun alanıdır. NASA, SpaceX, Çin Uzay Ajansı (CNSA) ve Avrupa Uzay Ajansı (ESA) gibi dev aktörlerin yanında Türkiye’nin nasıl bir strateji izleyeceği hayati önem taşıyor. Eğer Türkiye, sadece “biz de varız” diyerek sembolik adımlar atarsa, bu projeler kısa vadede bir heyecan yaratabilir ama uzun vadede etkisini kaybeder. Ancak gerçekten bilimsel ve teknolojik altyapıyı güçlendirecek, insan kaynağını koruyacak ve ekonomik sürdürülebilirliği sağlayacak politikalar geliştirirse, uzayda kalıcı bir oyuncu olabilir.
GELECEĞE DAİR ÜÇ KİLİT SORU
1. Ekonomik Kaynaklar: Türkiye’nin uzay projelerine ayırdığı bütçe, büyük güçlerle rekabet etmeye yetecek mi? Yoksa ekonomik krizler bu projeleri kesintiye mi uğratacak?
2. Beyin Gücü: Genç mühendisler ve bilim insanları, Türkiye’de kalıp bu projeleri geliştirmeye devam edecek mi, yoksa daha iyi şartlar için yurtdışına mı gidecek?
3. Jeopolitik Konum: Türkiye, uzayda Batı ile mi, Doğu ile mi iş birliği yapacak? Yoksa kendi bağımsız yolunu mu çizecek?
Bu soruların cevabı, Türkiye’nin gökyüzüne açılan kapısının ne kadar sağlam olduğunu belirleyecek. Uzayda bir yer edinmek için yalnızca roketler ve uydular yetmez; aynı zamanda uzun vadeli bir vizyon, güçlü bir ekonomik temel ve nitelikli insan kaynağı da gerekir.
Eğer Türkiye, bu üç alanda sağlam bir yapı kurabilirse, uzay sadece bir prestij meselesi olmaktan çıkıp, ülkenin ekonomik, askeri ve bilimsel gücünü artıran bir alana dönüşebilir. Ancak eğer bu projeler sadece siyasi bir vitrin olarak kalırsa, büyük bir heyecanla başlanan bu yolculuk, zamanla etkisini kaybeder ve Türkiye’nin uzay serüveni, gökyüzünde parlayan ama hızla sönen bir yıldız gibi olur.
Türkiye uzaya çıkarken, ayaklarını yere sağlam basmalı. Eğer bu yolculuk doğru temeller üzerine inşa edilirse, gelecek gerçekten göklerde olabilir. Ama eğer bu adımlar stratejik hesaplamalar yerine yalnızca siyasi bir vitrin olarak atılırsa, o zaman bu yolculuk havada kalmaya mahkûm olur.
BİR ULUSUN GELECEĞİ, ONUN UZAYA BAKIŞINDA SAKLIDIR. TÜRKİYE, BU YOLCULUĞUN NERESİNDE OLACAK? ZAMAN GÖSTERECEK…