Tarih, büyük dönüşümlerin ve direnişlerin hikâyesidir. Her büyük medeniyet, kendi ayakları üzerinde durma çabası verdiğinde, karşısına engeller çıkarılmış, emperyal güçler tarafından dizginlenmek istenmiştir. Türkiye de bu yazgıdan muaf değildir. Ülkemiz, özellikle son yirmi yılda, siyasi ve ekonomik olarak bağımsızlaşma yolunda büyük adımlar atarken, içeriden ve dışarıdan gelen müdahalelerle mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Son dönemde yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin iç işlerine karışmaya çalışan güçlerin giderek daha pervasız hale geldiğini gösteriyor. TÜSİAD Başkanı’nın ifadeye çağrılması ve Batılı medya organlarının Türkiye’yi hedef alan analizleri, bu büyük mücadelenin sadece siyasi bir çekişme olmadığını, aynı zamanda bir egemenlik savaşı olduğunu gösteriyor. Artık Türkiye, kimseden emir almayacak bir noktaya gelmiştir ve bunu hazmedemeyenler, farklı yollarla hükümete ve liderliğe diz çöktürmeye çalışmaktadır.
The Economist’in “Erdogan’s Endgame” başlıklı yazısı, bu küresel müdahale çabalarının en bariz örneklerinden biridir. Türkiye’nin demokratik iradesine meydan okuyan, seçim sonuçlarını ve iç dengeleri yönlendirmek isteyen bu anlayış, aslında bir sürecin parçasıdır. Gezi olaylarından itibaren bu ülkede sokakları kışkırtan, terörü ve ekonomik manipülasyonları araç haline getiren güçler, son kartlarını oynamaktadır. Ancak bu oyunlar artık boşa çıkmaktadır. Çünkü Türkiye eski Türkiye değildir.
Türkiye’nin kaderini, Türk milleti ve onun seçtiği liderler belirler. Bu gerçeği kabullenemeyenler, geçmişte olduğu gibi şimdi de millet iradesini yok saymaya çalışıyorlar. Ancak, Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde Türkiye, bu saldırılara karşı artık daha güçlü bir refleks geliştirmiştir. Ülkemiz, ekonomik ve siyasi bağımsızlığını güçlendirdikçe, Batı’nın alıştığı vesayet düzeni sarsılmaktadır. TÜSİAD gibi içerdeki bazı unsurların, hükümeti sorgulama çabaları da bu sürecin parçasıdır. Ama şu unutulmasın: Türkiye’yi artık kimse dizayn edemez.
Türkiye’nin iç ve dış politikada sergilediği bağımsız duruş, küresel sistemin alışık olmadığı bir meydan okumadır. Batı’nın ekonomik ve siyasi tahakkümüne karşı yükselen Türkiye, artık diz çöken değil, kendi kaderini kendi belirleyen bir ülke konumuna gelmiştir. Ancak bu yükseliş, eski düzenin bekçilerini rahatsız etmektedir.
TÜSİAD gibi sermaye gruplarının hükümeti hedef alan açıklamaları, aslında bir ekonomik vesayet çabasının yansımasıdır. Bu kuruluşlar, yıllarca Batı’nın politik ve ekonomik yönlendirmesi doğrultusunda hareket etmiş, hükümetlere ayar vermeyi kendilerinde bir hak olarak görmüşlerdir. Ancak bu dönem artık sona ermiştir. Türkiye, güçlü bir ekonomi politikası ve yerli üretimi teşvik eden bir kalkınma modeli ile bu vesayet odaklarına meydan okumaktadır. Artık TÜSİAD’ın değil, milletin iradesi belirleyici güçtür.
Son on yılda yaşanan siyasi olaylar da bu mücadelenin bir uzantısıdır. Gezi olaylarından başlayarak Türkiye’ye yönelik her kalkışma, halkın iradesine karşı bir darbe girişimi niteliği taşımaktadır. Bunlar basit protestolar değil, Türkiye’yi dizginleme planının bir parçasıdır. Küresel medya organlarının Gezi sürecini “demokratik bir hareket” olarak pazarlaması, gerçekte ise arka planda Batı’nın bölgesel hesaplarının olduğunu gözler önüne sermektedir.
Bugün bile Gezi olaylarının tekrar gündeme getirilmesi, geçmişte başarılamayan müdahale girişimlerinin yeniden ısıtıldığını gösteriyor. Hükümetin bu noktada attığı adımlar, devletin bekası açısından hayati önemdedir. Çünkü bu tür girişimlerin cezalandırılması, gelecekte benzer kalkışmaların önüne geçmek için şarttır. Türkiye, bir hukuk devleti olarak, anayasal düzenine ve demokratik işleyişine karşı yapılan her türlü müdahaleye en sert şekilde karşılık vermek zorundadır.
Ancak Türkiye’nin karşısındaki meydan okuma sadece içeriden değil, dışarıdan da gelmektedir. The Economist’in “Erdogan’s Endgame” başlıklı yazısı, açık bir müdahale çağrısıdır. Bu tür yazılar, Türkiye’nin yönetimine ve politikalarına yön verme çabalarının bir uzantısıdır. Batı, Erdoğan’ın liderliğinde bağımsız bir Türkiye görmek istemiyor. Çünkü böyle bir Türkiye, onların bölgedeki hesaplarını bozuyor. Türkiye, Ortadoğu’da, Afrika’da ve Asya’da yükselen etkisiyle Batı’nın geleneksel hakimiyet alanlarını sarsıyor.
Ekonomik yaptırımlar, medya manipülasyonları ve iç kışkırtmalarla Türkiye’yi dizginlemeye çalışanlar, aslında büyük bir yanılgı içerisindeler. Çünkü Türkiye, artık bu oyunlara karşı bağışıklık kazanmış bir ülkedir. Geçmişte IMF kapılarında bekleyen, siyasi krizlerle boğuşan Türkiye, artık bölgesinde lider konumuna yükselmiş, milli ve bağımsız politikalar izleyen güçlü bir devlettir. Ve bu yükseliş, durdurulamaz.
Türkiye’nin uluslararası arenada bağımsız bir aktör olarak hareket etmesi, sadece siyasi bir tercih değil, aynı zamanda tarihi bir zorunluluktur. Osmanlı’nın çöküşünden bu yana dış baskılarla şekillendirilmeye çalışılan ülkemiz, artık kendi oyununu kuran bir devlet olarak hareket etmektedir. Bu durum, hem içerideki statükoyu sarsmak istemeyenler için hem de dış güçler için rahatsız edicidir.
Geçmişte Türkiye’nin siyasetine, ekonomisine ve toplumsal yapısına doğrudan müdahale eden Batı, artık aynı etkiyi gösterememektedir. Çünkü Türkiye, direncini güçlendirmiş, bağımsız karar alma refleksini geliştirmiştir. Bugün TÜSİAD gibi sermaye gruplarının hükümete yönelik açıklamaları ve baskıları, aslında bir karşı koyma refleksi değil, geçmişte sahip oldukları etkinin kaybolmasının yarattığı panik halidir. Bu gruplar, halkın ve devletin ortak iradesi karşısında artık eskisi kadar belirleyici olamıyorlar.
TÜSİAD Başkanı’nın ifadeye çağrılması, sadece bireysel bir hukuki süreç değil, Türkiye’de egemenliğin kimde olduğuna dair önemli bir mesajdır. Türkiye, artık sermaye gruplarının dayatmalarıyla yönetilen bir ülke değildir. Bu topraklarda kuralı millet koyar, devlet uygular. Eskiden hükümetler, iş dünyasının ve dış güçlerin yönlendirmeleri doğrultusunda hareket etmek zorunda kalırken, bugün tam tersine, hükümet halkın menfaatini gözeterek kararlar almaktadır.
Aynı şekilde Gezi olaylarının yeniden gündeme getirilmesi de tesadüfi değildir. Geçmişte Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak için kullanılan bu olaylar, bugün bir “meşruiyet” tartışması yaratma çabasıyla tekrar masaya sürülmektedir. Ancak bu planlar artık işlemeyecek, Türkiye bu tür oyunlara karşı daha hazırlıklı bir konumda.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümetin kararlı tutumu, Türkiye’nin geleceğini dış etkilere karşı daha sağlam bir zemine oturtmaktadır. Ülkemiz, savunma sanayiinden enerji politikalarına, finans sisteminden dış ticaret stratejilerine kadar her alanda yerli ve milli bir model oluşturmaktadır. Bu, sadece ekonomik ve siyasi bir adım değil, aynı zamanda bir bağımsızlık manifestosudur.
Batılı medya organlarının Türkiye’yi hedef alması da bu sürecin bir parçasıdır. The Economist’in son sayısında çıkan yazı, Türkiye’yi uluslararası arenada baskı altına alma girişimlerinin bir tezahürüdür. Ancak Türkiye’nin lideri de milleti de artık bu tür tehditlere boyun eğmeyecek kadar güçlüdür.
Bu noktada hükümetin daha da sıkı politikalar izlemesi kaçınılmazdır. Yumuşak geçiş politikaları, Türkiye’yi daha büyük saldırılara açık hale getirebilir. Devlet, içeriden ve dışarıdan gelen her türlü baskıya karşı daha sert ve tavizsiz bir tutum almalıdır. Çünkü bağımsızlık, bedel ödeyerek kazanılan ve ancak güçle korunabilen bir değerdir.
Türkiye’nin duruşu nettir: Kendi kaderini kendisi belirler, emperyal güçlerin ve onların içerdeki işbirlikçilerinin değil.
Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak yükselmesi, küresel sistemin alışılagelmiş düzenini sarsıyor. Geçmişte Ortadoğu’da, Kafkasya’da, Afrika’da Batı’nın çizdiği sınırların dışına çıkamayan bir Türkiye vardı. Ancak bugün, enerji koridorlarını yönlendiren, askeri operasyonlarla oyun kuran, savunma sanayiinde kendine yeten ve ekonomik bağımsızlığını güçlendiren yeni bir Türkiye var. İşte bu yeni Türkiye, Batı’nın ve onun içerdeki işbirlikçilerinin en büyük korkusudur.
Bugün Batı basınında Türkiye hakkında çıkan her yazı, aslında bu rahatsızlığın bir yansımasıdır. Economist’in yazısı da bu bağlamda ele alınmalıdır. Çünkü bu yazı, Türkiye’nin siyasi geleceğine yön verme girişiminin açık bir belgesidir. Batı, Erdoğan sonrası dönemi kendi çıkarları doğrultusunda dizayn etmeye çalışmaktadır. Ancak unuttukları bir gerçek var: Bu millet, kendi liderini ve geleceğini kendi belirler.
Bu tür manipülatif yayınların ardından genellikle ekonomik saldırılar gelir. Türk Lirası üzerinde spekülasyon yapılır, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye’ye yönelik negatif raporlar yayımlar ve ülkenin ekonomisi üzerinde bir baskı oluşturulmaya çalışılır. Ancak Türkiye, 2018’den beri bu tür saldırılara karşı bağışıklık kazandı. Döviz kuru üzerinden yaratılmak istenen krizler, halkın desteği ve hükümetin sağlam ekonomi yönetimi sayesinde boşa çıkarıldı.
Bazı iş çevrelerinin hükümete yönelik eleştirileri de bu planın bir uzantısıdır. Ekonomik vesayetin temsilcileri, geçmişte olduğu gibi devlet politikalarına yön vermek istiyorlar. Ancak artık bu devir kapandı. Hükümet, sadece belli bir sermaye grubunun değil, tüm halkın çıkarlarını koruyacak bir ekonomi modeli inşa ediyor. Savunma sanayiinde, enerji yatırımlarında ve altyapı projelerinde yerli üretime öncelik verilmesi, Türkiye’yi küresel sisteme daha az bağımlı hale getiriyor.
Ayrıca, içeride yürütülen Gezi ve terör davaları üzerinden oluşturulmaya çalışılan algı operasyonlarına karşı da kararlı bir duruş sergilenmelidir. Bu davalar, Türkiye’nin bağımsızlığını savunmak adına verilen hukuki bir mücadelenin parçasıdır. Devlet, sokakları kaosa sürüklemeye çalışan ve uluslararası merkezlerden desteklenen yapıların cezalandırılmasında taviz vermemelidir. Çünkü Türkiye’nin istikrarı, her şeyden daha önemlidir.
Güçlü Türkiye’nin inşası devam ederken, bu süreçte daha radikal adımların atılması kaçınılmazdır. Ekonomik yaptırımlara karşı milli direnci artırmak için yerli üretim desteklenmeli, finansal bağımsızlık güçlendirilmeli ve küresel piyasalardaki manipülasyonlara karşı daha sağlam önlemler alınmalıdır. Türkiye’nin siyasi ve ekonomik istikrarı, sadece hükümetin değil, bütün milletin ortak davasıdır.
Türkiye artık küresel bir aktör olarak konumlanıyor. Bunu hazmedemeyenler, her fırsatta ülkemizi hedef alıyorlar. Ancak unutulmasın: Türkiye, yüzyıllardır var olan bir devlet geleneğine sahiptir ve hiçbir dış güç, bu iradeyi yok edemez.
Tarih boyunca büyük devletler, güçlendikçe daha büyük meydan okumalarla karşılaşmıştır. Türkiye de bugün, bağımsızlık yolunda attığı adımlarla küresel sistemin hedefi haline gelmiştir. Ancak bu baskılar, Türkiye’yi durduramayacak, aksine daha da güçlendirecektir.
Batı’nın medya organları, Türkiye’nin siyasi istikrarına gölge düşürmeye çalışıyor. Ancak bu çabalar, geçmişte olduğu gibi bugün de sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde Türkiye, kendi rotasını belirleyen, dış müdahalelere karşı koyan güçlü bir devlet olarak yoluna devam edecektir.
İçeride ise TÜSİAD ve benzeri yapılar, geçmişin ayrıcalıklarını kaybetmenin verdiği öfkeyle hükümeti hedef alıyor. Ancak hiç kimse Türkiye’ye ayar veremez. Devlet, sermaye gruplarının çıkarları doğrultusunda değil, milletin menfaatleri doğrultusunda yönetilir. Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığını sağlamak adına uygulanan politikalar, uzun vadede ülkemizi daha güçlü kılacaktır.
Aynı şekilde Gezi olayları gibi kalkışmaların yeniden gündeme getirilmesi de bir tesadüf değil, stratejik bir hamledir. Ancak Türkiye, 2013’teki Türkiye değildir. Bugün devlet, halkıyla birlikte bu tür oyunlara karşı daha bilinçlidir ve gerekli tedbirleri alabilecek güce sahiptir. Hukukun üstünlüğü çerçevesinde, devlet otoritesine meydan okuyan her girişime karşı kararlı duruş devam ettirilmelidir.
Şu anda Türkiye’nin önündeki en önemli görev, bütün bu saldırılara karşı birlik içinde hareket etmektir. Hükümet, daha sıkı politikalar uygulayarak, hem içerideki hem de dışarıdaki tehditlere karşı daha sert önlemler almalıdır. Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve askeri bağımsızlığını pekiştirmek için daha kapsamlı reformlar hayata geçirilmelidir. Savunma sanayinden enerjiye, finansal sistemden diplomatik ilişkilerimize kadar her alanda yerli ve milli duruş güçlendirilmelidir.
Bugün Türkiye, sadece kendi geleceğini değil, bölgesel ve küresel dengeleri de şekillendiren bir aktör konumundadır. Bu gerçek, dostlarımız kadar düşmanlarımız tarafından da görülmektedir. O yüzden saldırılar artacak, baskılar yoğunlaşacaktır. Ancak tarih boyunca olduğu gibi, Türk milleti, her türlü tehdide karşı dimdik ayakta durmasını bilecektir.
Bu mücadele, sadece hükümetin değil, bütün Türkiye’nin mücadelesidir. Şimdi, güçlü Türkiye için daha büyük adımlar atma zamanı. Türkiye, eski Türkiye değildir ve artık hiç kimse bu ülkenin kaderini dışarıdan belirleyemez!
Büyük ve güçlü Türkiye yolunda ilerlemeye devam edeceğiz!