Gürcistan sokaklarında yankılanan ayak sesleri, aslında çok daha büyük bir hikâyenin parçası. Tiflis’teki protestoların ritmi, yalnızca bir ülkenin iç çalkantısını değil, aynı zamanda küresel düzeyde süregelen güç mücadelesini de yansıtıyor. Tarih boyunca, coğrafyanın kader olduğu söylendi. Ancak günümüzde, kader artık yalnızca haritalarda değil, ekonomik yatırımlarda, enerji hatlarında, askeri ittifaklarda ve teknolojik dönüşümlerde şekilleniyor. Gürcistan’ın Rusya ve Avrupa arasında sıkışan varoluş mücadelesi, bir zamanlar Osmanlı’nın Avrupa, Rusya ve Orta Doğu arasında oynadığı denge politikasına benziyor. Ve bu denklemin tam ortasında, bugün de Türkiye var.
Türkiye, tarihi boyunca doğu ile batı arasında bir köprü görevi üstlendi. Ancak köprü olmak her zaman bir avantaj değildir; bazen üzerinden geçenlerin ağırlığı altında çatırdamak da mümkündür. Gürcistan, Ukrayna ve Moldova gibi ülkeler bugün Avrupa mı, yoksa Rusya mı sorusuna yanıt ararken, Türkiye çok daha büyük bir ikilemin içinde: Dünya düzeninin değiştiği bir çağda, yeni oyun kurucu mu olacak, yoksa büyük güçlerin gölgesinde mi kalacak?
Bugün dünyada siyasi, ekonomik ve teknolojik merkezler kayıyor. ABD’nin liderliği sorgulanırken, Avrupa’nın ekonomik bunalımları derinleşiyor, Rusya ve Çin’in jeopolitik hamleleri güç kazanıyor. Gürcistan’da yaşananlar, aslında bu güç savaşlarının bir izdüşümü. Ancak asıl önemli soru şu: Türkiye, bu değişen dünya düzeninde nasıl bir rol üstlenmeli? Sadece kendisini mi koruyacak, yoksa aktif bir şekilde küresel düzenin şekillenmesinde söz sahibi mi olacak?
Tiflis’te sokaklarda yankılanan sloganlar, belki de çok daha büyük bir mücadelenin ayak sesleridir. Ve Türkiye, bu mücadelenin tam ortasında durmaktadır.
Gürcistan’da yaşanan kriz, sadece bu küçük Kafkas ülkesinin kaderini belirlemiyor; aynı zamanda, Karadeniz’in güneyindeki tüm bölgenin jeopolitik geleceğini de şekillendiriyor. Gürcistan, Avrupa ile Rusya arasında sıkışmış bir ülke olabilir, ancak Türkiye, bu denklemde yalnızca bir piyon değil, aktif bir oyuncu olmak zorunda.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Batı’nın enerji ve güvenlik politikalarını kökten değiştirdi. Avrupa, Rus doğalgazına bağımlılığını azaltmaya çalışırken, Türkiye bir enerji koridoru olarak kritik bir rol üstlenmeye başladı. TANAP ve TürkAkım gibi projeler, Türkiye’nin enerji merkezine dönüşme sürecini hızlandırırken, Batı ile Rusya arasında bir denge politikası izleme gerekliliğini de artırdı. Ancak mesele sadece enerji değil; mesele, Türkiye’nin küresel güç mücadelesinde nasıl bir pozisyon alacağıdır.
Gürcistan’daki protestoların temelinde, ülkenin AB ve NATO’ya katılım arzusu yatıyor. Ancak Türkiye, bu tür ittifakların içinde olmasına rağmen, Batı ile ilişkilerinde her zaman bağımsız bir çizgi izledi. ABD ve Avrupa, Türkiye’yi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek isterken, Türkiye zaman zaman Rusya ile işbirliği yaparak, zaman zaman ise bölgesel güçlerle ittifaklar kurarak kendi oyununu kurmaya çalıştı.
Fakat bir soru var: Türkiye, yeni dünya düzeninde hangi eksende konumlanmalı? ABD’nin zayıflayan hegemonyası, Avrupa’nın ekonomik krizleri, Çin’in yükselişi ve Rusya’nın saldırgan politikaları arasında nasıl bir denge kurmalı? İşte burada, Türkiye’nin tarihi refleksleri devreye giriyor.
Osmanlı İmparatorluğu, yüzyıllar boyunca Avrupa ile Asya arasında bir güç merkezi olarak hareket etti. Ne tam anlamıyla Avrupa’ya ait oldu ne de doğunun tamamıyla bir parçası oldu. Bugün Türkiye’nin durumu da bundan farklı değil. Batı’nın ekonomik ve teknolojik avantajlarından faydalanırken, doğunun yükselen güçleriyle ittifaklar kuruyor. Ancak bu denge her zaman sürdürülebilir mi?
Gürcistan’ın yaşadığı kriz, Türkiye için bir uyarı niteliğinde. Eğer Gürcistan, Rusya’nın nüfuzu altına girerse, bu Karadeniz’deki dengeleri değiştirir. Eğer Gürcistan tamamen Batı’ya entegre olursa, Türkiye’nin bölgedeki etkinliği sorgulanır. Türkiye, Gürcistan’da olanları bir laboratuvar gibi incelemeli ve kendi geleceğini şekillendirmek için doğru dersleri çıkarmalıdır.
Dünya düzeni, tarih boyunca olduğu gibi bugün de değişim içinde. Ancak bu değişim, klasik büyük savaşlarla değil; ekonomik bağımlılıklar, teknoloji rekabeti, siber savaşlar ve diplomatik manevralarla gerçekleşiyor. Türkiye, bu yeni dünya düzeninde nasıl bir yol izlemeli?
Gürcistan’ın yaşadığı kriz, büyük güçlerin etkisini gösterdiği bir satranç tahtasına benziyor. Avrupa, Gürcistan’ı kendi değerleri ve sistemi içine çekmek istiyor, ancak Rusya buna izin vermemekte kararlı. Türkiye ise bu mücadelenin tam ortasında ve benzer bir eksen kayması tehdidiyle karşı karşıya.
Türkiye için birkaç alternatif senaryo mevcut:
1. Batı’ya Tam Entegrasyon: Türkiye’nin Avrupa Yolculuğu
Bu senaryoda Türkiye, Batı ile ilişkilerini güçlendirmeye ve tamamen AB ve NATO eksenine kaymaya odaklanıyor. Bu, Türkiye’nin demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti ilkelerini daha güçlü vurgulamasını gerektirirken, ekonomik anlamda Avrupa ile daha derin bir entegrasyonu da beraberinde getirir. Ancak bu yol, Türkiye’nin bağımsız dış politikasını sınırlandırabilir ve Batı’nın siyasi baskılarıyla karşı karşıya kalmasına neden olabilir.
2. Çok Kutuplu Denge Politikası: Osmanlı’nın Mirası
Türkiye’nin tarihsel olarak en başarılı olduğu strateji, doğu ile batı arasında bir denge kurmak oldu. Osmanlı döneminde Avrupa’daki gelişmeleri yakından takip eden ama doğudaki İslam dünyasıyla da güçlü bağlarını koruyan bir denge politikası izlendi. Bugün, Türkiye’nin hem Avrupa ile ilişkilerini sürdürmesi hem de Rusya, Çin, Körfez ülkeleri ve Türk dünyasıyla stratejik ittifaklarını geliştirmesi bu politikayı modern bir formda sürdürmesini sağlayabilir. Ancak bu yol, içeride ve dışarıda sürekli bir denge politikası gerektirdiğinden yönetilmesi zor bir süreç olabilir.
3. Yeni Güç Merkezleriyle İşbirliği: Türk Dünyası ve Asya Açılımı
Son yıllarda, Türkiye’nin Türk Devletleri Teşkilatı gibi oluşumlarla Orta Asya’daki etkisini artırma çabaları dikkat çekiyor. Türk dünyası, enerji kaynakları, genç nüfus ve jeopolitik konum açısından büyük bir potansiyele sahip. Türkiye, AB ve NATO’nun ötesinde, Kazakistan, Özbekistan, Azerbaycan gibi ülkelerle daha derin ekonomik ve askeri işbirlikleri kurarak alternatif bir güç merkezi oluşturabilir. Ancak bu strateji, Batı ile olan ilişkilerde gerilim yaratabilir ve Türkiye’nin küresel ekonomi içindeki yerini etkileme riskini taşıyabilir.
4. Bağımsız Bölgesel Güç Olma Stratejisi
Belki de en iddialı yol, Türkiye’nin kendisini tamamen bağımsız bir bölgesel güç olarak konumlandırmasıdır. Bu, ABD, Avrupa veya Rusya gibi büyük güçlere tamamen bağımlı olmadan, kendi savunma sanayisini, ekonomik altyapısını ve teknoloji gücünü geliştirerek hareket etmesini gerektirir. Savunma sanayiinde elde edilen başarılar, enerji bağımsızlığına yönelik atılan adımlar ve yerli üretim politikaları bu stratejinin temel taşlarını oluşturabilir. Ancak bu yol, ciddi ekonomik yatırımlar ve uzun vadeli bir strateji gerektirir.
Gürcistan’ın yaşadığı kaos, Türkiye için bir ayna işlevi görebilir. Küçük ülkeler, büyük güçlerin oyun sahası haline geldiğinde, onlar için fazla seçenek kalmaz. Türkiye ise hâlâ bir oyun kurucu olma şansına sahip. Peki, Türkiye bu yollardan hangisini seçmeli?
Türkiye’nin küresel dengelerde güçlü bir aktör olabilmesi için belirli stratejik adımları hayata geçirmesi gerekiyor. Gürcistan gibi küçük ülkeler, büyük güçler arasında sıkışıp kalırken, Türkiye’nin elinde hâlâ bağımsız hareket edebilme kapasitesi var. Ancak bu kapasitenin sürdürülebilir olması, doğru politikalarla desteklenmesine bağlı.
1. Teknolojik Egemenlik ve Dijital Dönüşüm
Bugünün dünyasında güç, sadece askeri kuvvetten ibaret değil. Teknoloji, küresel gücün belirleyici unsurlarından biri haline geldi. Türkiye, savunma sanayiinde elde ettiği başarıları, yapay zeka, çip üretimi, biyoteknoloji ve uzay teknolojileri gibi alanlara taşımalıdır. ABD ve Çin’in büyük teknoloji savaşına girdiği bir dönemde, Türkiye’nin kendi veri güvenliğini sağlaması, yerli çip üretimine yatırım yapması ve bağımsız bir dijital altyapı kurması hayati önem taşımaktadır.
Türkiye, kendi teknoloji devrimini yaratamazsa, her zaman küresel güçlerin teknoloji bağımlısı olarak kalacaktır. 5G, kuantum bilişim ve siber güvenlik gibi alanlarda yerli üretimi artırmak, sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi bağımsızlık açısından da kritiktir. Gürcistan’ın medya üzerinden nasıl yönlendirildiği göz önüne alındığında, Türkiye’nin dijital güvenlik ve teknoloji bağımsızlığı konusunda atacağı adımlar, geleceğini belirleyecek ana unsurlardan biri olacaktır.
2. Enerji Stratejisi: Karadeniz ve Doğu Akdeniz’deki Denge Politikası
Gürcistan’ın yaşadığı kriz, enerji politikalarının uluslararası ilişkilerde ne kadar belirleyici olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Türkiye, son yıllarda Karadeniz’deki doğal gaz keşifleri ve Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları üzerinde yürüttüğü mücadele ile bu alanda kritik bir oyuncu haline geldi.
Ancak Türkiye’nin enerji bağımsızlığı, sadece doğal gaz keşifleriyle sınırlı olmamalıdır. Nükleer enerji, yenilenebilir enerji kaynakları ve hidrojen ekonomisine yatırım yapmak, uzun vadede Türkiye’nin dışa bağımlılığını azaltacaktır. Ayrıca, enerji nakil hatları üzerinde etkin bir kontrol sağlamak, Türkiye’yi Avrupa ile Asya arasında kilit bir enerji merkezi haline getirebilir. Gürcistan’ın Avrupa’nın enerji güvenliğindeki rolü göz önüne alındığında, Türkiye’nin daha büyük ölçekte bu rolü üstlenmesi mümkündür.
3. Kültürel ve Diplomatik Etki: Türkiye’nin Yumuşak Gücü
Gürcistan’daki olaylar, sadece siyasi ve ekonomik faktörlerle değil, aynı zamanda kültürel ve ideolojik unsurlarla da şekilleniyor. Türkiye, yalnızca askeri ve ekonomik gücünü değil, kültürel etkisini de artırmalıdır.
Yumuşak güç, modern dünyada en az sert güç kadar etkilidir. Türkiye, tarihsel ve kültürel bağlarını kullanarak, özellikle Türk dünyası, Balkanlar, Orta Doğu ve Afrika’da etkisini artırabilir. Diziler, filmler, eğitim programları, burslar ve kültürel değişim projeleri, Türkiye’nin küresel sahnedeki gücünü pekiştirebilir.
Bugün ABD ve Çin, küresel ölçekte medya ve eğitim yoluyla kendi anlatılarını yayıyorlar. Türkiye, kendi hikâyesini anlatamazsa, başkalarının hikâyelerinin bir parçası olmaya mahkum kalacaktır. Gürcistan’daki medya manipülasyonları, Türkiye için önemli bir ders olmalı; kendi medya ekosistemini güçlendirmeli ve uluslararası alanda etkin bir kültürel diplomasi politikası izlemelidir.
4. Askeri Caydırıcılık ve Bölgesel Güvenlik
Türkiye, coğrafi konumu gereği, etrafında sürekli krizler yaşanan bir ülke. Suriye, Irak, Libya ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeler, Türkiye’nin askeri gücünü bölgesel güvenlik açısından kritik hale getiriyor.
Gürcistan örneğinde görüldüğü gibi, askeri zayıflık, büyük güçlerin müdahale alanını artırıyor. Türkiye, NATO üyesi olmasına rağmen, kendi askeri caydırıcılığını geliştirmeli ve bölgesel savunma ittifakları kurmalıdır. Türk savunma sanayii, insansız hava araçları (İHA) ve SİHA teknolojisi ile küresel arenada etkili bir konuma gelmiş olsa da, bu yetkinliğin daha geniş bir savunma stratejisi ile desteklenmesi gerekmektedir.
Türkiye, Gürcistan gibi ülkelerin yaşadığı güvenlik tehditlerini iyi analiz etmeli ve kendi savunma konseptini sürekli güncelleyerek, bölgesel krizlere karşı hazırlıklı olmalıdır.
Gürcistan sokaklarında yükselen protesto sesleri, aslında yalnızca bir ülkenin iç meselesi değil; aynı zamanda dünya düzeninde yaşanan büyük değişimin bir yansıması. Küresel güçler, küçük ülkeler üzerinde nüfuz mücadelesi verirken, Türkiye gibi bölgesel aktörler için de büyük bir sınav başlamış durumda.
Türkiye, tarih boyunca olduğu gibi bugün de bir kavşakta duruyor. Avrupa ile Asya arasında, Batı’nın değerleri ile Doğu’nun yükselen güçleri arasında, modernleşme ile gelenek arasında bir denge kurmaya çalışıyor. Ancak bu dengeyi kurarken edilgen bir konumda olmamalı; aksine, kendi kaderini çizen bir aktör olmalıdır.
Bu noktada Türkiye’nin atması gereken adımlar açıktır:
1. Teknolojik Bağımsızlık: Yapay zeka, çip üretimi, siber güvenlik ve savunma sanayii gibi alanlarda tam bağımsızlığı hedeflemelidir. Dijital çağda güçlü olmak, ekonomik ve siyasi bağımsızlığın temel taşıdır.
2. Enerji Güvenliği: Doğu Akdeniz, Karadeniz ve Orta Asya’daki enerji kaynakları üzerinde etkin bir strateji izlemeli; yenilenebilir enerji ve nükleer enerji gibi alanlara daha fazla yatırım yapmalıdır.
3. Kültürel ve Diplomatik Etki: Türkiye’nin yumuşak gücü, diziler, eğitim projeleri, medya ve kültürel diplomasi ile artırılmalıdır. ABD ve Çin gibi büyük güçlerin yaptığı gibi, Türkiye de kendi hikâyesini dünyaya anlatmalıdır.
4. Askeri Caydırıcılık: Türkiye, yalnızca NATO üyeliğine güvenerek değil, kendi savunma sanayisini geliştirerek ve bölgesel ittifaklarını güçlendirerek askeri caydırıcılığını sağlamlaştırmalıdır.
5. Çok Kutuplu Strateji: Türkiye, Batı’ya tam entegre olmak yerine, Avrupa, Rusya, Çin ve Türk dünyası ile dengeli ilişkiler kurmalı ve çok kutuplu bir dünya düzeninde bağımsız bir aktör olmalıdır.
Gürcistan’ın düştüğü tuzaklara düşmemek için Türkiye, hem içeride güçlü hem de dışarıda etkin olmak zorundadır. Küresel dengeler değişirken, Türkiye ya bu değişimi yönlendirenlerden biri olacak ya da başkalarının çizdiği senaryoların bir parçası olmaya mahkum kalacaktır.
Tarih, yalnızca güçlülere değil, değişimi okuyabilen ve ona yön verebilenlere aittir. Türkiye, kendi yolunu çizecek mi, yoksa büyük güçlerin gölgesinde mi kalacak? İşte asıl mesele budur.
En önemli soru şudur:
Biz, nasıl bir Türkiye görmek istiyoruz? Ve bunu gerçekleştirmek için ne yapmaya hazırız?