Tarih, yalnızca geçmişin kaydı değil, geleceğin rotasıdır. Günümüzde, dünya yeniden şekilleniyor, küresel güç dengeleri sarsılıyor ve devletler, uluslararası sistemde kendilerine yer açmak için kıyasıya bir mücadele veriyor. Ortadoğu’dan Afrika’ya, Asya’dan Avrupa’ya, devasa kırılmalar yaşanıyor. Bu kırılmaların içinde bir ülke var ki, yalnızca coğrafi konumu nedeniyle değil, tarihsel misyonu ve jeopolitik ağırlığıyla da merkezde duruyor: Türkiye.
Küresel güçlerin, özellikle ABD, Çin ve Rusya’nın çıkar çatışmaları arasında sıkışan uluslararası düzen, artık sürdürülebilir bir denge sunmuyor. Gazze’nin kaderi, Ukrayna’nın çatışması, Kongo’daki isyanlar ve Latin Amerika’daki siyasi kaymalar; hepsi, dünyanın büyük bir dönüşüm sürecine girdiğini gösteriyor. Bu dönüşümde, ülkeler ya kendilerini yeniden konumlandıracak ya da tarihin unutulmuş satırlarında kaybolacak. Türkiye, bu türbülansın içinde yalnızca hayatta kalmaya çalışan bir aktör değil, bizzat bu değişimin yönlendiricilerinden biri olmak zorunda.
Türkiye’nin karşı karşıya olduğu seçenekler, yalnızca ekonomik ya da askeri güç üzerinden belirlenmiyor. Kültürel, ideolojik ve siyasi olarak yeni bir paradigmanın içinde yer almak mı, yoksa eski sistemin çöküşüyle birlikte savrulmak mı? İşte bu soru, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda vereceği en büyük karar olacak.
Küresel Dönüşüm ve Türkiye’nin Stratejik Konumu
Dünyanın içinden geçtiği bu kırılma anlarını anlamak için bölgesel gelişmelere yakından bakmalıyız. Bugün, Gazze’de yaşananlar yalnızca bir insani kriz değil, Batı’nın bölgedeki egemenlik planlarının bir parçasıdır. Trump’ın Filistinlileri “kalıcı olarak” bölgeden çıkarmayı önermesi, küresel siyasetin artık insani değerlerden çok, güç ve çıkar üzerine kurulduğunu açıkça gösteriyor. Peki, bu yeni düzenin mimarları kim? Ve Türkiye bu tabloda nerede duruyor?
1. Yeni Dünya Düzeninde Türkiye’nin Konumu
ABD, kendi içinde büyük bir dönüşüm yaşıyor. Trump yönetiminin küresel düzeni yeniden şekillendirmeye çalıştığı açık. Panama’dan Suriye’ye, Ukrayna’dan Orta Afrika’ya kadar, ABD’nin yeni bir jeopolitik strateji izlediği görülüyor. Bu stratejinin temelinde, klasik emperyal taktikler yatıyor: Böl ve yönet. Gazze’de demografik mühendislik planları, Suriye’deki “yeni” yönetimle pazarlıklar, Panama Kanalı üzerindeki tehditler ve El Salvador’un hapishanelerini dış kaynak kullanımı olarak ABD’ye sunması… Tüm bunlar, Washington’un yeni dünya düzenini nasıl şekillendirmek istediğini gösteriyor.
Türkiye için bu tablo kritik bir noktayı işaret ediyor: Ankara, Batı’nın “küresel oyunlarına” ne kadar dahil olacak ve ne kadar bağımsız bir yol çizecek? Bir yanda NATO üyeliği ve Batı ile ekonomik ilişkiler, diğer yanda bağımsız dış politika hedefleri var. Ancak gerçek şu ki, Türkiye artık eski pozisyonunu sürdüremez. Çünkü dünya, eskisi gibi değil.
2. Türkiye’nin Jeopolitik Hamleleri: Denklemi Değiştirme Zamanı
Dünya yeni bir paylaşım savaşının eşiğinde. Gazze’den Ukrayna’ya, Afrika’dan Latin Amerika’ya kadar olan gelişmeler, aslında büyük güçlerin hegemonya yarışında yeni cepheler açtığını gösteriyor. Peki Türkiye, bu değişim rüzgarında nasıl bir pozisyon almalı?
Öncelikle, İsrail ve Filistin meselesine dönelim. Bugün Trump’ın dile getirdiği “Filistinlilerin sürgünü” fikri, yalnızca bir söylem değil, bölgenin yeni bir haritaya göre şekillendirilmeye çalışıldığının göstergesidir. İsrail’in aşırı sağcılarının bu öneriyi desteklemesi ve Netanyahu’nun bunu “dikkate değer” bulması, Türkiye’nin uluslararası siyasetteki rolünü kaçınılmaz olarak değiştiriyor. Çünkü Türkiye, tarih boyunca Filistin davasının en büyük savunucularından biri oldu ve olmaya da devam edecek.
Ancak mesele sadece Filistin değil. Suriye, ABD’nin ve Rusya’nın yeni bir satranç tahtasına dönüştü. ABD’nin Suriye’de “yasadışı” olarak tanımlanan varlığını devam ettirmesi ve yeni atanan geçici devlet başkanı Ahmed el-Şaraa’nın demokrasi vaatleri, aslında bir bölgesel planın parçası. Şaraa’nın İslam hukuku ve kadın hakları konusundaki belirsizliği, Suriye’nin gelecekte hangi eksene kayacağını belirleyecek en önemli faktörlerden biri olabilir. Türkiye için buradaki soru şudur: Suriye’de Rusya ve ABD’nin oluşturduğu denkleme ne kadar dahil olacak?
Türkiye’nin güçlü bir aktör olarak ortaya çıkması için doğru ittifakları kurması ve yeni jeopolitik oyun planlarını hayata geçirmesi gerekiyor. Bunun için üç temel strateji kritik önem taşıyor:
A) Bölgesel İttifakları Güçlendirmek
Türkiye, İsrail’in bölgedeki yayılmacı politikalarına karşı Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün gibi ülkelerle ortak bir duruş sergileyebilir mi? Bu ülkelerin Filistinlileri kabul etmeyeceklerini açıklaması, bölgesel bir krizin habercisi olabilir. Türkiye, bölgesel diplomasiyi güçlendirerek yeni bir denge kurma fırsatına sahip.
B) Savunma Sanayisini ve Teknolojik Yatırımları Artırmak
ABD’nin İran’a yönelik “maksimum baskı” kampanyasını yeniden başlatması, bölgede bir askeri gerilim yaratabilir. Bu durum, Türkiye için hem bir tehdit hem de bir fırsattır. Savunma sanayisinde atılacak doğru adımlarla, Türkiye, bölgedeki caydırıcılığını artırabilir ve bağımsız bir güç olarak hareket edebilir.
C) Afrika ve Latin Amerika’daki Yeni Dengeler
Bugün Kongo’daki isyanlardan Panama Kanalı’na kadar pek çok alanda Batı’nın oyunları oynanıyor. El Salvador’un ABD’ye hapishane hizmeti satmayı önermesi, Latin Amerika’daki yeni bir sömürü düzeninin habercisi olabilir. Türkiye, Afrika ve Latin Amerika’da ekonomik ve diplomatik olarak daha aktif olursa, küresel sistemde çok daha güçlü bir pozisyon elde edebilir.
Şimdi meseleye daha derin bir perspektiften bakalım: Türkiye, küresel düzende nasıl bir yol çizmek zorunda?
3. Türkiye’nin Küresel Sistemdeki Yeni Rolü: Güç Mücadelesinde Bağımsız Bir Aktör Olmak
Dünya hızla değişirken, Türkiye’nin bu değişime yalnızca seyirci kalması mümkün değil. Artık mesele sadece iç politika ya da ekonomik büyüme değil; mesele, küresel güç savaşlarında nerede konumlanacağımızdır. Çünkü ABD, Rusya ve Çin’in yeni dünya düzeni üzerindeki hesapları, Türkiye gibi orta güçleri ya birer piyon olarak kullanmaya ya da sistem dışına itmeye çalışıyor.
Ancak Türkiye, ne bir piyon ne de sistem dışına atılacak bir ülke. Aksine, bölgesinde ve dünyada güç dengesini belirleyen aktörlerden biri olmaya mecbur. Bunun için yapılması gerekenler nettir:
A) ABD ve Batı ile Çatışma mı? Dengeli Diplomasi mi?
Bugün Trump yönetimi, sadece dış politikada değil, iç politikada da radikal adımlar atıyor. USAID’in “radikal çılgınlar” tarafından yönetildiğini söylemesi ve Elon Musk’ın ajansı kapatmayı önermesi, ABD’de kurumsal yapının zayıfladığına ve popülist liderliğin yükseldiğine işaret ediyor. Bu durum, Batı’nın istikrarını sarsarken, Türkiye gibi ülkeler için yeni fırsatlar doğuruyor.
Türkiye, ABD ile ilişkilerinde ne tamamen bir müttefik ne de tam anlamıyla bir rakip olmalıdır. Bunun yerine, çıkar temelli, gerektiğinde sert, gerektiğinde esnek bir diplomasi yürütmek zorundadır.
Bu noktada en kritik meselelerden biri ABD’nin İran’a uyguladığı “maksimum baskı” stratejisi ve İsrail ile kurduğu yeni jeopolitik düzenin Türkiye’yi nasıl etkileyeceğidir. Türkiye’nin burada bir tercih yapması gerekecek: İran ve bölgedeki diğer aktörlerle mi hareket edecek, yoksa Batı’ya daha yakın bir çizgide mi kalacak?
Bu sorunun yanıtı, Türkiye’nin önümüzdeki yıllardaki dış politikasını şekillendirecek en önemli faktörlerden biri olacak.
B) Avrupa’daki Değişim ve Türkiye’nin Stratejik Hamleleri
Sadece ABD değil, Avrupa da içinden büyük bir siyasi dönüşüm geçiriyor.
Fransa’da Bayrou hükümeti parlamentoyu baypas ederek bütçeyi geçirdi.
Belçika’da ilk kez aşırı sağcı bir başbakan iktidara geldi.
Almanya’da sığınma başvurularında büyük bir düşüş var, ancak seçimlerde hükümetin yenilgiye uğraması bekleniyor.
Tüm bunlar, Avrupa’da milliyetçiliğin yükseldiğini ve sistemin kriz içinde olduğunu gösteriyor. Türkiye için bu şu anlama geliyor: Avrupa artık eskisi gibi değil. Türkiye’nin AB ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmesi ve yeni ittifaklara yönelmesi gerekiyor.
Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerini yeniden tanımlarken ekonomik bağımsızlığını artırması ve savunma sanayisini güçlendirmesi kritik olacak. Çünkü Avrupa’daki siyasi kırılmalar, Türkiye’ye yeni ekonomik fırsatlar sunabilir.
C) Kültürel ve Teknolojik Dönüşüm: Türkiye Yeni Bir Medeniyet İnşa Edebilir mi?
Siyaset ve ekonomi kadar önemli bir konu da kültürel hegemonya ve teknolojik üstünlük meselesidir.
Bugün Putin’in Eurovision’a karşı “Intervision” adlı yeni bir şarkı yarışması başlatması, aslında Batı’ya karşı bir kültürel savaşın başladığını gösteriyor. Bu yarışmaya Kuzey Kore’den Küba’ya kadar birçok ülke katılabilir ve geleneksel aile değerlerine odaklanacak.
Bu noktada Türkiye, Batı’nın kültürel hegemonyasına karşı kendi medeniyet anlatısını güçlendirebilir mi?
Türkiye’nin teknoloji, yapay zeka ve dijital dünyadaki yatırımlarını artırması, yeni medya araçları üretmesi ve genç nüfusuna daha fazla fırsat sunması gerekiyor. Çünkü dünya artık sadece ekonomik ve askeri güce dayalı değil; aynı zamanda kültürel ve teknolojik hegemonya üzerinden şekilleniyor.
Bu noktada en önemli meselelerden biri de çip üretimi ve yapay zeka yatırımlarıdır. Çin ve ABD’nin yapay zeka üzerindeki yarışına Türkiye dahil olabilir mi? Eğer Türkiye, çip üretimi ve dijital inovasyon alanında güçlü bir strateji geliştirirse, sadece bölgesel bir aktör değil, küresel bir teknoloji lideri haline de gelebilir.
Şimdi, tüm bu analizleri bir sonuca bağlayalım. Türkiye bu yeni küresel düzende nasıl bir strateji benimsemeli?
Türkiye’nin Tarihi Dönüm Noktasında Karar Anı
Dünya, büyük bir dönüşüm geçiriyor. Gazze’deki insani trajediden Ukrayna’daki savaşlara, ABD’nin Latin Amerika üzerindeki yeni planlarından Afrika’daki isyanlara kadar her şey, küresel bir sistemin çöküşünün işaretlerini taşıyor. Eski dünya düzeni çökerken, yeni bir denge kuruluyor.
Bu yeni denge içinde Türkiye’nin rolü hayati öneme sahip.
Filistin meselesinde daha aktif bir liderlik üstlenmeli mi?
ABD ile pragmatik ilişkileri sürdürürken, kendi bağımsız dış politikasını nasıl inşa etmeli?
Savunma sanayi, teknoloji ve çip üretiminde nasıl bir strateji geliştirmeli?
Kültürel ve medeniyet perspektifinde, Batı’ya alternatif bir anlatı inşa edebilir mi?
Bu soruların yanıtı, Türkiye’nin yalnızca bölgesel bir güç olup olmayacağını değil, aynı zamanda küresel sistemde ne kadar etkili olacağını da belirleyecek.
Tarih, karar anlarını affetmez. Bugün Türkiye ya küresel bir güç olarak kendini yeniden konumlandıracak ya da büyük güçlerin arasında bir figüran olmaya razı gelecek.
Artık hamle yapma, yeni bir vizyon inşa etme ve bağımsız bir gelecek kurma zamanı. Türkiye, yalnızca coğrafi konumuyla değil, stratejik aklıyla ve medeniyet bilinciyle de tarihin akışını değiştirebilecek bir ülke.
Peki, Türkiye bu fırsatı değerlendirecek mi?
Zaman, bunu gösterecek. Ama bir şey kesin: Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.